12 Eylül 2009 Cumartesi

KUMA TAKIMLAR


Hepimizin tuttuğu bir takım vardır. Bir de tuttuğumuz takım haricinde bize sempatik gelenler. Her ülkede ayrı ayrı sevdiklerimiz ya da. İlk takımları niye tuttuğumuzu bilmeyiz. Doğuştan, babadan, o dönem öyleydi, arkadaşımdan vs gibi kendimize dahi açıklayamadığı sebeplerimiz olur. Ya ikinci takımlar? Hepsinin bir hikayesi vardır. Bende benzer sempati Sakaryaspor ve Juventus’a karşı var. Birisi Fenerbahçe’deki Sakaryalılardan diğeri ise Paolo Rossi’den dolayı. Sizin kuma takımlarınız hikayeleri neler acaba?

11 Eylül 2009 Cuma

YETENEKLERİ GELİŞTİRMEK


Günümüz futbolu kabuk değiştirdikçe eskiye oranla daha az yıldız oyuncu çıkar oldu klasik anlamda. Daha ağırlıklı olarak takım oyununa yatkın, mücadele gücü yüksek ve oyun disiplinine uyan oyuncuları takımlar tercih etmekte (R.Madrid hariç). Takımlar kendi yıldızlarını kendi içlerinde yaratmayı tercih ediyorlar. Ancak bu şartlarda bile bu oyuncular yeteneklerinden resitaller verebiliyorlar. Bir de ülkemizdeki duruma bakalım. Son yıllarda kaç tane yıldız diyebileceğimiz oyuncu çıktı ve neler yapıyorlar. Son 10 yılda kimler çıktı diye hafızamı zorluyorum biraz gerçekten zorlanıyorum. Tuncay Şanlı, Nihat Kahveci, Emre Belözoğlu ilk aklıma gelenler ama beni tatmin etmiyor. Son dönemde ise Arda Turan ve Gökhan Gönül umudumuz. İkiside gerçekten birer değer ancak sahada yaptıkları bazen gerçekten çalışmadıklarını gösteriyor gibime geliyor. Hiç unutmuyorum yıllar evvel Futbol Mundial programında Alan Shearer’a bir soru soruldu. Ceza sahası içinde bu kadar ince ve nokta vuruş yeteneğinizi neye borçlusunuz? Cevap çok mütevazı ama efektif ‘Bir sandalyeyi karşıma koyuyorum ve saatlerce değişik uzaklıklardan topu sandalyenin bacakları arasından geçirmeye çalışıyorum’ Yani 22cm çaplı futbol topunu yaklaşık 40cm’lik bir yerden geçirmeye çalışıyor. Çok basit bir iş değil, Shearer için hariç. Alan Shearer müthiş yetenekleri olan yada süratli bir oyuncu değildi. Ancak elindeki mevcut silahlarını çok iyi kullanabilen bir oyuncuydu. Her yerini geliştirmek yerine mevcut kuvvetli yönlerinin üzerine giden birisiydi ki söylemleri ve sahadaki uygulamaları bunu doğruluyordu. Peki bizim oyuncularımız neler yapar acaba. Gözüm doğal olarak Gökhan Gönül’de. Bir bek için olması gerekenlerin hepsi var gibi. Ama önemli bir özellik hariç özellikle çizgiye inen bir bek olarak. Orta demek istemiyorum adrese teslim pas diyelim. Bu özellik de çalışmakla geliştirilebilecek bir özellik ama 2 yıldır bir adım ilerlediğini görmedim. Gökhan bir maçta 10 civarında ceza sahası içine top gönderiyor. Toplar o kadar yumuşak gidiyor ki bunların pek çoğu ne kafa vurulacak ne de ayakla duvar olup kaleye gidecek toplar. Savunmanın en zayıf olduğu diz mesafesinde ve arkaya atılan kavisli sert toplar ya da kafa hizasının bir karış üzerine atılacak sert toplar. Gökhan bu topları şimdilik sadece ceza sahasına şandelliyor. Aynı anda R.Carlos yada H.Kewell’in ceza sahası içine gönderdiklerine bakın ve ne demek istediğimi anlayın (Bosna maçında yaptıkları bu tezimi doğrular nitelikte). Sadece süratle ceza sahasına girdiğinde yerden kontra topları tehlike yaratıyor. Bu özellik çalışmakla giderilecek bir özellik ancak Gökhan bunu antrenmanlarda sanki sıkı çalışmıyor. Ayağına bu kadar hakim, sert şut çekebilen bir adamın yapamayacağı bir iş değil. Ya destek ayağında yada vuruş tekniğinde bir hata yapıyor. Bu konuda Gökhan’ın desteğe ihtiyacı var. Carlos en iyi öğretmen olabilir. Çünkü Gökhan mevcut özelliklerine bunu da katarsa Avrupa’nın en iyi beki olmaması için hiçbir neden kalmıyor ve Gökhan bunu başarmış olarak görmek de bizim en büyük hakkımız.

9 Eylül 2009 Çarşamba

BOSNA HERSEK:1 TÜRKİYE:1

Takımda Ceyhun'u görmek beni her ne kadar şaşırttıysa da dirençli bir orta saha düşündü Terim diye aklımdan geçirdim. Terim'in zaten önemli maçlar öncesinde bu tarz sürprizleri vardır. Ama Arda'nın solda Semih-Tuncay'a uzak kalacak olması hücum gücünü etkileyecekti. Onun dışında tek değişiklik Sercan-Semih değişikliğiydi. Mücadele gücü ve teknik kapasitesi yüksek bir takım (semih-önder hariç) görüntüsü vardı kağıt üzerinde. Semih tek forvet olarak ilerde Tuncay ise Semih'e yakın forvet arkası gibi oynuyordu. Arda solda Hamit sağda eski görevlerine dönmüşlerdi!

Maç başladığında Emre ile gelen bir pozisyon ve ardından Emre'nin golü zamanlama olarak çok iyiydi. Ancak maç da attığımız golle bizim için bitmiş oldu zira devrenin kalan 40 dakikasını futbol değil 'tepik' oynarak geçirdik adeta. Hakemin gereksiz yarattığı faule Emre'de yediği sarı kartla destek oldu ve izlenmesi ıstıraba dönüşen bir ilk yarı izledik. Sonrasında ise mıknatısın kuzey ve güney kutuplarının birbirini itmesi gibi takım ikiye ayrıldı ve her iki kutup da birbirinin yalnız başlarına neler yapabileceğini izledi durdu. Emre haricinde bu iki kutbu birbirine yaklaştırmaya çalışan olmadı. Ceyhun'da Emre'ye yardım etmek bir yana gereksiz top kayıpları ile sürekli kontra yememize sebep oldu. Bu durumda Servet-Önder ikilisi sürekli olarak Bosnalı oyuncularla göğüs göğüse çarpışmaya mahkum edildi. Bu şartlar altında hataya zorlandılar ve ikisi de birer adet ölümcül hata yaptılar. Ve Terim buna yandan seyirci kaldı. Portekizli hakem de Terim'in maçı zemine sıfırdan iyi göremediğini düşünmüş olacak ki sahaya daha hakim bir noktadan maçı izleyip yorumlamasına izin verdi! Tabi bu anda geçen hafta oynanan Manu-Arsenal maçında Wenger'in tribüne Manu seyircilerinin arasına gidişini gözümün önüne getirdim. Bir Terim'e baktım bir de Wenger'e. Neden o Wenger neden bizimki Terim fotoğraf gayet net.

Benim anlayamadığım nokta ise takım bu kadar geride baskı yerken ve geriden top çıkartmaya çalışırken ne Tuncay ne Hamit ne de Arda yardımcı oldular, Emre'ye yaklaşmayı aklıllarından bile geçirmediler ve Terim'de bunu yandan sürekli izledi. Semih ve Semih'in özellikleri de bu şartlar altında sahada hiç görünmedi. Hakan Balta ise ülkede sol bek olmadığından dolayı orada oynuyor sanırım. Bir ülke düşünün ki sınırları içinde ne yerli ne de yabancı sol bek var (Çok bilen medya Carlos'u da eleştirilerle yedi bitirdi zaten onu da saymıyorum).

Senin elinde Arda gibi bir oyuncu varsa onu sola hapsedemezsin (maçın son 15 dakikasındaki Arda'nın neler yapabileceğini gördük). Arda'yı oraya hapsettiğin anda Semih'i de imha etmiş oluyorsun. Netekim ikinci yarıda bu hatasını gören Terim (hakem Terim'i yukarı göndermekle doğruyu yapmış demek ki!) Sercan'ı oyuna aldı ve Arda'yı Semih-Sercan ikilisinin arkasına yerleştirdi. 45-60 arası bu değişiklik sonuç verecek gibi görünsede rüzgar kısa sürdü. Ve ne yazık ki takımın forveti Semih ilk şutunu 70. dakikada atabildi. Takım savunması olmadığından Önder'in oyundan alınıp Ceyhun'un bu alana çekilmesi de işe yaramadı. Yaramadığı gibi Emre'ye daha da fazla yük bindi ve orta sahası olmayan bir takım oluştu. Sonlara doğru girilen pozisyonlar artık taktik eseri değil oyuncuların kendi refleksleri sonucu oluştu.

Volkan için ayrı cümleler sarfetmek lazım. Milli Takım'ın olası bir mağlubiyetini tek başına önledi ve takımın en iyisi, maça en konsantre oyuncusu olarak göze çarptı.

Artık oluşan tabloyu şansla yada başka bir şeyle açıklayabilir miyiz bilmiyorum ama Terim bunu nasıl açıklayacak merak ediyorum. Zira artık açıklanacak hiçbir durum yok ortada. Bu kolay grupta Bosna deplasmanına hayat memat maçına çıkıyorsak, Estonya'ya Bosna'ya Belçika'ya puanları dağıtıyorsak diyecek bir şey de kalmıyor geriye. Artık kalan iki maçı kazanıp Bosna'nın kalan 2 maçtan 1 puan almasını bekleyeceğiz ki geçiniz efendim geçiniz. Fatih Terim'e de Hıfzı Topuz'un kitabını okumak düşer sanırım bol bol boş zamanı olacak sonuçta.
Ne yazık ki Güney Afrika'daki kupayı bizden mahrum bırakan ve yine bizi Brezilya'yı, Arjantin'i İtlaya'yı tutmak zorunda bırakacak olan Terim'e teşekkürlerimizi sunmalıyız sanırım. En azından tutacağımız takımların kupayı alma ihtmalleri var deyip bununla avunacağız.
NOT: Maçı anlatan spikerde nefisti yani. Bir milli takım oyuncularının isimleri sürekli yanlış söylenir mi? İnsan biraz hazırlanır maça

8 Eylül 2009 Salı

IFFHS



Bir yazı sonrasında yapılan yorum ve bir talep oldu. Ben de bu konuda aydınlatayım istedim ilgilileri. Nedir merak edilen? Ara ara hortalayan dünya kulüpler sıralaması. Hani şu adını bir türlü telaffuz edemediğimiz IFFHS. International Federetion of Football History & Statistics, yani Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistik Federasyonu.


27 Mart 1984'de Alman Dr.Alfredo Pöge tarafından kuruldu. Amacı ise dünya futbolundaki gelişmeleri kronolojik olarak tutmak ve istatistikleri yayınlamaktı. FIFA tarafından tanınan bir kuruluştur.


Bizim konumuz ise bu sıralamanın nasıl oluştuğu ve inanırlığı üzerine. 2007 yılında kurulun bir araya gelerek verdiği kararar sonunda puan hesaplaması aşağıdaki gibi olmaktadır.

UEFA Şampiyonlar Ligi: 14 - 7 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
UEFA Avrupa Ligi: 12 - 6 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
Libertadores Kupası: 14 - 7 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
Güney Ameria Kupası: 12 - 6 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
CAF Şampiyonlar Ligi: 9 - 4.5 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
CAF Kupası: 7 - 3.5 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
AFC Şampiyonlar Ligi: 9 - 4.5 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
AFC Kupası: 7 - 3.5 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
CONCACAF Şampiyonlar Ligi: 9 - 4.5 - 0 puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet
FIFA Kulüler Kupası: 14 - 7 - 0 (finaller: 21 - 10,5 - 0) puan galibiyet-beraberlik ve mağlubiyet

Bunlar uluslararası turnuvalardaki hesap. Yerel Lig ve Kupalardaki puanlama sistemi ise her ligin kalitesine göre 4 grupta toplanmış. Bu grupların katsayaıları farklı. 1. grup ülkelerde galibiyet 4, beraberlik 2, 2. grup ülkelerde galibiyet 3 beraberlik 1.5. Diğer gruplarda benzer azalmalarla devam ediyor.

Yerel Kupalarda ise son 16, çeyrek, yarı final ve final maçları göz önüne alınıyor. Uzatmalar, penaltılar göz önüne alınıyor. Toplanan puanlar maç sayısına bölünüyor.

FIFA tarafından tanınmayan lig yada organizasyonlarda kazanılan maçlar listede göz önüne alınmıyor.

Tabi biz kalkıp tek tek bu puan hesabını tutamayız. Ancak yapılan tabi ki istatistik. Ancak güvenilirliği ne kadar gerçekçi onu tartışmak gerekir. Yıllık değerlendirme açıkçası beni çok fazla ikna etmiyor. Aşağıda bu yılın tablosu yer alıyor.


Ancak toplam değerlendirme bir şeyler anlatıyor aslında. Yİne de toplam değerlendirme içinde bazı doğruları barındıryor va daha güvenilir duruyor. Aşağıdaki linktede 1991'den bu yana yapılan puanlama sonucunda 18 yıllık bir tablo var. G.Saray 41., F.Bahçe 79., BJK 87., Trabzon 186. sırada kendilerine yer buldular.

Diğerleri ise incelemeye değer.


Bunun dışında tarihin en iyi hakemleri sıralamasında (1987-2007 arası) ilk 10
1. Pierluigi Collina,
2. Markus Merk
3. Peter Mikkelsen
4. Kim Milton Nielsen
Sandor Puhl
6. Anders Frisk
7. Lubos Michel
Pierluigi Pairetto
9. Michel Vautrot
10. Urs Meier
Bu listede faal hakemlik yapan yok.
2008 yılında en iyi Milli Takım Teknik direktörü sıralamasında
1. Luis Aragones
2. Guus Hiddink
3. Fatih Terim
4. Daniel Batista
5. Joachim Löw
Daniel Batista hariç kalanı Türkiye'de görev yaptı, 4'ün 3'ü F.Bahçe'de çalıştı ve hepsinin kuyruğuna teneke bağlanarak gönderildi. Ne ilginç değil mi!
1996-2008 arasında DÜnyadaki Teknik direktör sıralaması ise:

1. Sir Alex Ferguson
2. Marcelo Lippi
3. Arsene Wenger
4. Guus Hiddink
5. Sven-Goran Erikson

Fatih Terim 31., Şenol Güneş ise 54. sırada yer bulan Türk hocalar.
Bunların haricinde siteyi incelerseniz başka kriterler de değerlendirilmiş.
Umarım bazı meraklar giderilmiştir.

AVANTAJ KİMDE


Takımların Avrupa fikstürünü inceledik. Şimdi de lig fikstürlerini inceleyelim biraz da. Kim avantajlı kim değil. Hava şartları etkiler mi vs.


İklim:

Fenerbahçe, Diyarbakır, G.Antep, Kayseri gibi kışın saha ve hava şartları ağır takımlarla daha Kasım başına kadar oynayıp tamamlıyor. Sadece Sivas ile Ocak sonu oynayacak.
G.Saray ise Kasım'da Diyarbakır, Şubat'ta Kayseri deplasmanına, Beşiktaş'ta Kasım'da Sivas, Şubat'ta G.Antep ve Kayseri'ye konuk olacak. Hava şartlarını bilemeyiz ama ihtimalin yüksek olduğu haftalar. Daha fazla ayağa top yapan bir takım olduğundan dolayı F.Bahçe biraz daha avantajlı görünüyor iklim konusunda.

Derbiler:

Fenerbahçe ilk yarıda G.Saray (10.h) ile içeride Beşiktaş(13.h) ile dışarıda oynarken ikinci yarı deplasmana çıkıyor. Son iki sezondan farklı olarak da Trabzon ile içeride oynayıp kapatıyor.

Galatasaray ise Beşiktaş ile içeride (5.h) F.Bahçe ile dışarıda (10.h) oynayıp sezonu G.Birliği deplasmanı ile kapatıyor.

Beşiktaş G.Saray ile dışarıda (5.h), Fenerbahçe ile içeride (13.h) oynayıp Bursa deplasmanı ile sezonu bitiriyor.

Derbilerde bir artı-eksi durumu yok görünüyor ancak son maçlara kalması halinde rakiplerin son haftaya girerkenki durumları ayırt edici olacak gibi. Gidişat her ne olursa olsun Beşiktaş'ın son maçının daha zorlu olacağını gösteriyor.

Avrupa maçları ile çakışma:

1. grup maçları öncesinde G.Saray-Beşiktaş maçı var. (3 büyük takımında hafta içi maçı var)

3. grup maçı öncesinde G.Saray-Trabzon ve hemen ardında Fenerbahçe-Galatasaray derbisi var. Bu dönem (17-25 Ekim) G.Saray için oldukça zorlu geçeceğe benziyor. (3 büyük takımında hafta içi maçı var)

4. grup maçları sonrasında Trabzon-Beşiktaş maçı yer alıyor. (3 büyük takımında hafta içi maçı var)

5. grup maçı öncesi Beşiktaş-F.Bahçe maçı var ama maçın ardında sadece Beşiktaş'ın Avrupa maçı var.

6. grup maçı öncesi Trabzon-F.Bahçe maçı var.

Buradaki duruma bakınca derbiler ve Avrupa maçları arasında Beşiktaş’ın daha fazla yıpranma ihtimali olduğunu görüyoruz. F.Bahçe ise bu konuda en avantajı görünüyor.




NOT: Daha detaylısı aşağıdaki postlarda var.


Son 10 hafta:

Fenerbahçe: 2 derbinin sıkıştığı son 10 haftada F.Bahçe G.Birliği, Ankaraspor ve Ankaragücü deplasmanları hariç İstanbul'da (İstanbul'daki maçın biri A.S.Yen'de). Deplasman yorgunluğu, dinlenme, kamp yapma açısından avantajlı bir fikstür.

Galatasaray: 5' içeride 5'i dışarıda maçları var. Trabzon(D), F.Bahçe ve Sivas(D) ile üst üste oynayacak.

Beşiktaş: 6 deplasman ve 4 iç saha maçı var. G.Saray gibi son 5 hafta Trabzon, F.Bahçe (D) ve Sivas ile oynuyor. Son maçı Bursa'da.

Genel değerlendirmede Fenerbahçe tüm yıl fükstüründe en avantajlı, Beşiktaş ise dezavantajlı görünüyor. Ancak takımların form durumalrı bu avantajı yada deazavantajı belirleyecek.

7 Eylül 2009 Pazartesi

TAKIM SEVGİSİ


Uzunca yıllar evvel bir yazı okumuştum. Şimdi ne yazarını hatırlıyorum ne de yazıda konusu geçen yazarı. Çok da araştırdım ama bir türlü ulaşamadım ismine. Ama yazı harf harf aklımda. Konu İngiltere'de Times gazetesine yazan ünlü bir ekonomist ile ilgili. Bu yazar sağlam bir Liverpool taraftarı. Ve bir gün bu yazara diyorlarki gel Liverpool hakkında yaz. Adam da ben ekonomistim bu konu beni aşar, bilenlere bırakalım dese de bir şekilde ikna ediyorlar. Yazının tamamını değil ama can alıcını kısmını aktarıyorum. Kimilerine biraz iddialı gelecek hatta kızacak ama burada irdelenmesi gereken sadece adamın takım sevigisinin düzeyi ve tarifi olmalı. Liverpool sevigisini şu cümlelerle anlatıyor.


"Bir gün küçük kızım yanıma geldi ve bana; Baba Liverpool'u mu çok seviyorsun yoksa beni mi diye sordu. Hafif bir duraksama sonrasına tabi ki seni seviyorum kızım bu da sorulur mu diye cevapladım. Ama nereden bilebilirdi ki kızım 10 Liverpool ise 35 yıldır benim hayatımda."

AZ ONDAN BİR TUTAM ŞUNDAN


Geçen hafta Tam Saha'da Rijkaard'ın röportajını okudum ardından Estonya maçını izledim. Rijkaard'ın tespitleri ne kadar muhteşem değil mi. Türk futbolu bu kadar güzel anlatılabilirdi cidden. Maç içindeki takımların gelgitleri, bir maç muhteşem oynayıp diğer maçta saç baş yoldurmaları. En inanılmaz maçları kazanıp olmadık maçlarda çimlere gömülmeleri. Her yazar ve taraftar kendince tekik taktik yorumlar yaptı. Ama hiç kimse Rijkaard gibi yalın ve arka planıyla ortaya koyamadı durumu. Bu konuda baktım bugün diğer yazarlarda yazılar yazmış tesdüf gibi. Ancak demek ki doğruyu görebiliyoruz ancak çözüm bulma ve önlem alma konularında sıkıntılarımız var. Bu iş tabi ki bugünden yarına çözülebilecek bir konu değil. Biraz sabır ama bu sabır içinde doğru insanlar (Rijkaard, Daum, Aykut Kocaman gibi), doğru yöntemler ve mental değişim gerekli. Üzerinde ciddi çalışmalar lazım takımların. Bunun yanında o oyuncuların doğalarını ve DNA'Larını bozmadan bunu yapmak lazım ki mevcut yeteneklerin ide kaybetmeden birşeyler verebilsinler. Ve en önemlisi artık bu teknik adamlarla uzun çalışma periyotları yakalanmalı. Başarı gelmediği için bu adamları 1 yıl sonra kapının önüne koymanın hiçbir anlamı yok.


"Büyük oyuncular kaliteli teknik adamlarda daha büyük değillerdir. Onlar tek başlarına başaramayabilirler ama büyük teknik adam takımı onsuz oynatabilecek çözümü daima bulur"


"Aslında her şeyden biraz var Türk futbolunda. Ama hiçbir şey tam yok. Bu işli hem orlaştırıyor hem de komplike hale getiriyor. Daha çok tepkisel bir oyununuz var. Karşı takıma göre taktikler belirleniyor. Kalite, güç aslında üç aşağı, beş yukarı aynı. Ama Türkiye’yi farklı
kılan şey biraz da şu işler kötü gittiğinde bir anda oyun mantalitesi kaybolabiliyor. Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor. O zaman da bütünlük kayboluyor. Türk futbol kimliğini tanımlasak esinlikle yetenek var deriz, ruh var deriz, mücadele var deriz. Ama hepsi bir anda ortaya çıkabiliyor. Bir anda herkesi defansta, sonra bir anda herkesi hücumda görebiliyorsunuz. Bu
biraz dağınıklık yaratıyor. Takım oyununda asıl olan dengeli olabilmektir. Ne olursa olsun
pozisyon alışınız, soğukkanlılığınızı kaybetmemeniz gerekiyor. Sanki bu konuda bir eksiklik var gibi. Coşku konusunda hiçbir sıkıntı yok, ama bazen o coşku bozucu bir etki de yarabiliyor."


RIJKAARD RÖPORTAJINDAN ALINTI, TAM SAHA DERGİSİ, EYLÜL 2009

6 Eylül 2009 Pazar

HATIRLADINIZ MI?

Bugün biraz geçmişe gidelim. Yani en azından benim hatırlayabildiğim geçmişe. Bazı yabancılar vardı ki kıymeti pek anlaşılamayan ancak gittiklerinden sonra kafalara dank eden. Ya da kuyruklarına teneke bağlayarak gönderilenler. Şimdi bu isimlerin unutulmaya yüz tutanlarını hatırladıkça herkesin yüzüde hafif bir tebessüm oluşacak ve yıllarca gerilere gidilecek. Fenerbahçe sonrası yaptıklarını biraz araştırdım ve onları nasıl hatırladıklarımı yazdım. Bakalım sizler nasıl hatırlıyormuşunuz bu oyuncuları:

Fadıl Vokri: 1990-1992 yılları arasında Fenerbahçe’de oynayan Arnavut oyuncu hızlı bir golcü olmamasına rağmen topu çok iyi saklayan ve son vuruşları iyi olan bir oyuncuydu. İlk geldiği yıl TSYD maçında 5-2’lik GS maçında 2 gol birden atarak benim hafızamda yer edinmişti. Vokri şu anda Kosova Fubol Federasyonu Başkanı.

Dzoni Novak: 92-93 yılını Fenerbahçe’de geçirdi Sloven oyuncu. Kısa boyu, göbeği ama sürati ve top tekniği ile sivrilmişti. Sol bek mevkiinde oynayıp bir çok asistin altında adı geçmişti. Ancak kabus yılların oyuncusu olduğundan ömrü uzun olmadı. FB’den sonra ülkesinde Olimpia, ardından Fransa’da Le Havre, Sedan ve Almanya’da Unteraching’de forma giydi. 2002-2003 yılında Olimpiakos ile şampiyonluk yaşayıp futbola 34 yaşında veda etti.
Brian Steen Nielsen: 1993-1995 arasında 2 yıl forma giydi. Sürati, sert şutları, mücadeleci, hırslı kişiliği ve yumruk şovuyla ile taraftarın sevgilisi oldu. FB’Den sonra Japonya’nın Urawa Red Diamond’s takımında forma giydi. Daha sonra ülkesine dönüp 2004 yılında Aarus’da futbolu bıraktı. Şu anda aynı kulübün sportif direktörlüğünü yürütüyor.

Gerson Candido de Paula: 1991-1993 yılları arasında orta saha oyuncusu olarak Bari’den geldi. Yere sağlam basan, mücadeleci, top tekniği iyi olan bir orta saha oyuncusuydu. Özellikle Tanju ile yaptıkları gol sevinçleri mahalle ve okul maçlarındaki gol sevinçlerine örnek teşkil etmiştir. FB sonrasında İtalya ve Brezilya serüveni sonunda Atletico Paranaense’de futbol hayatını noktaladı.

Frank Pingel: Erol User’in yöneticiliğinde ‘Bombayı patlattık mı?’ diye bir avuç taraftara bağırarak lanse ettiği Bursaspor’dan transfer edilen Danimarka’lı golcü. TSYD maçında Kuzmanovski’nin rüzgar yapması sonucu dizinin dönmesiyle FB kariyeri bitti. Güçlü fiziği!!! ve sert şutlarını gösteremeden sahneden çekildi. Fransa’da futbol kariyerini noktaladı.

Robert Enke: Fenerbahçe macerası Pingel’den de kısa süren Alman kaleci 2003’de İlk çıktığı maçta İstanbulspor’dan daha doğrusu Balili ve Yordanov’dan facia 3 gol yiyerek Saraçoğlu’nun başına yıkılmasını sağladı. Barcelona’da yedeklik sonrası, Tenrife macerası ve Hannover96’ya dönüş. 2007’de Almanya’da yılın kalecisi seçiliş. Halen takımın kaptanlığını yapmakta.

Milan Rapaiç: Muhteşem sol ayağı ve efendiliği ile taraftarın gönlünde tartışmasız taht kuran bir Hırvattı. 2002’de Saraçoğlu’nda 3-0 geriden gelip ve 4-3 kazanılan G.Antep maçında muhteşem bir 4. gol atarak hafızalara adını kazıttı. Her gittiği yerde sevilen oyuncu FB’nin ardından Hajduk Split, Ancona, S.Liege formalarını giydi. 36 yaşındaki oyuncu halen ülkesinde Trogir takımının formasını giymekte. Bugün geri gelse Carlos etkisi yapabilir. Hala taraftarın “Rap Rap Rapaiç”idir.

Dimas Teixeira: 1999’da gelip 1 sezon sol bek olarak görev yaptı. Portekiz milli takımının değişmeziydi o dönemde. Standart Liege, Sporting ardından 2002’de Marsilya’da kariyerine son verdi.

Jes Hogh: Danimarkalı oyuncu her kuzeyli gibi ciddi, işine bağlı bir oyuncu olarak sivrildi. Meşhur İlker-Uche-Hogh-Erol dörtlüsünü toparlayan adamdı. Ardından hep bir Hogh arattı bizlere. 4 yıllık Fenerbahçe kariyeri sonunda Chelsea’ye transfer oldu. Bileğindeki sakatlık sebebiyle 2001’de Chelsea’de futbolu bıraktı. 2007 yılında otel odasında eşiyle telefonla görüşürken beyin kanaması geçirdi. Sağ tarafına felç geldi ve konuşma yetisini kaybetti. Halen tedavisi devam ediyor. İyi olduğuna dair rivayetler var.

Viorel Moldovan: “Baliç taç çizgisine yakın yerden serbest vuruş kullanıyor. Orta geldi, Moldovan vurdu kafayı ve top ağlarda goool!” Moldovan hep böyle hatırlanacak sanırım. Çok iyi bir nokta golcüsü olmasına rağmen Avrupa’nın önde gelen takımlarında oynayamadı. Daha sonra 4 yıl Nantes forması giydi. İsviçre’de Servette ve ardından ülkeye geri dönüş. 2007 yılında Rapid Bükreş formasıyla futbolu bıraktı. 1.5 yıllık antrenörlük hayatı var henüz.

Bunların dışında yokmuydu oyuncular hatırlanacak olmaz mı! Wagenhaus, Suleyman Oulare, Sergio, Hotiç. Siz bunları nasıl hatırladınız?

  © Blogger templates 'Neuronic' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP