2 Ekim 2009 Cuma

SIR ALEX

Bu Sir Alex dediğimiz, Ferguson olanı değil bu sefer. Doğruca De Souza olanı. Hani şu Fenerbahçe'nin parlak kafalı 10 numarası. Hoş bazen saçlarını uzattığı da oluyordu ama o zamanda bitli kenar mahalle çocuklarına benziyor açıkçası. Kel hali daha bir karizmatik yapıyor O'nu.

2004 yılında geldiği Fenerbahçe'de 6. sezonunu geçiriyor. Zaman olarak bakarsak Fenerbahçe'de Uche'den (9 yıl) sonra en uzun süre oynayan yabancı futbolcu. Ancak bu zaman dilimi içinde Uche'den 31 maç daha fazla oynamış. Avrupa'da en çok gol atan oyuncusu aynı zamanda. Sezon başına 30 lig maçı ortalaması ile oynadığını düşünürsek oldukça iyi bir performans. F.Bahçe tarihinin ilk yabancı gol kralı ve Türkiye gol kralları içinde gerçek anlamda golcü olmayan ilk oyuncu vs vs kariyer listesi uzayıp gidiyor.

Alex aynı zamanda ülkenin futbol kantarı. Her gelen aynı Fantom'un ormanda 10 kaplan gücünde olması gibi bilmemkaç Alex etti durdu yıllarca. Lincoln 10 Alex, Delgado 5 Alex, falanca 8 Alex etti sürekli. Ama daha hiçbirisi 0.5 Alex bile edemedi.

Alex'i dönem dönem eleştirdik takımı yavaşlatıyor, koşmuyor, el freni oluyor dedik. Bunu demedim diyen bile içinden geçirdi, acaba mı dedi. Hatta bazen eleştirmedik, ileri gittik, haddimizi aştık tribünlerce yuhaladık. Belki bu yazı benim içinde bir günah çıkarma yazısı. Gittikten sonra yazmak istemedim belki de.

Alex öncelikle mükemmel bir profesyonel. Çok iyi bir aile babası ve herşeyden önce adam gibi adam. Rakip takım taraftarlarınca da ciddi tehlike. O koşmayan Alex sahada ise devamlı bir dayanağın var demektir. Sihirbaz gibi, ilüzyonist gibi. Ne zaman ne yapacağı belirsiz. Acımasız bir sol ayak. Bir bakıyorsun kadife gibi vurup kaleciyi paralize ediyor, bir bakıyorsun mermi bir şutla tribünler anlamadan golü atıyor. Sanki gözler 360 derece dönüyor yada arkasında, tepesinde gözleri var. Top ona gelmeden daha topu nereye atacağını pozisyonun nasıl gelişeceğini hesap ediyor. En hızlı bilgisayardan daha hızlı çalışıyor oyun zekası.

Alex bu sezondan sonra 1 yıl daha kalacağını ve sonra ülkesine, Cruzeiro'ya döneceğini açıkladı. Yani Alex'i seyretmeyenler varsa son 20 ay. Sonrası hüzünlü bir veda. Büyük usta, futbolun keyfi, taraftarın sevgilisi. Artık maçlarda ilk tribüne kim çağırılır ondan sonra bilemem. Ama Alex'i şimdiden özlemeye başlayabiliriz.
O hep bizim 'I love you Alex' imiz olarak kalacak, ve O'nu golden sonra göğsüne vura vura korner bayrağına doğru koşarken hatırlayacağım ve her ne kadar iyi anlaşamasalarda masamdaki Van Hooijdonk heykelciğinin yanına bir Alex heykelciği koyacağım.

1 Ekim 2009 Perşembe

SHERRIF:0 FENERBAHÇE:1



1-0 serisi devam ediyor. Daum kazanmaya devam ediyor. Takım inatla üretkenlikten uzak durmaya devam ediyor. Ancak bu maç için yazılabilecek ve Fenerbahçe'nin bu maçtaki performansı sonucu söylenebilecek en güzel şey Twente-Steaua maçının 0-0 bitmesidir sanırım.

Sherrif'i şöyle tarif edelim. Üzerlerindeki sarı-siyah formalar sanki büyüyünce de giysinler kabilinden 3-4 yıl önce en az 2 beden büyük alınmışcasına bol gelen bir garip Moldova takımı. Sürekli bol gelen formalarını düzeltip çekiştirip durdurlar maç boyu. Maç boyu ofsayttan bile çıkamayacak kadar oyun aklına sahip olmayan ortada koşuşturan sarışınlar ve iki adet siyahi oyuncu topluluğu. Ve bizim sarı-beyazlılar ise maçın neredeyse tamamında sabır taşını çatlatacak kadar sabırlı ama bu sabrın karşılığını veremeyecek kadar dağınık.

Maç bazı küçük kesitler haricinde Fenerbahçe'nin kontrolündeydi aslında. İlk Twente maçının etkisini ancak bir galibiyet düzeltirdi belki de o sebeple çok aşırı temkinliydiler. Ancak yine de rakip kaleye daha etkili gidebilirlerdi ama 1-2 poziyon hariç başaramadılar. Lugano'nun sanırım bu kadar geriden top şişirdiği bir maç daha olmadı. Bu geriden oyun kuramama çok aşırı top kaybına ve otomatikman Emre-Cristian ikilisinin geri yaslanmasına sebep oldu. Bu da Semih-Alex forvet hattı ile aranın kopmasına sebep oldu. Semih top almak için çok geri geldi ve çok fazla kanatlara deplase oldu. Hoş gol de böyle bir akında geldi. Uğur verilen şansı tepti ve böyle yumuşak bir takım karşısında bile ayağında top tutamadı. Uğur'un kendi performansını düşünüp neden yedek kalıyorum diye düşünmesi gerekli. Deivid'de aynı şekilde.

Yine Alex Fenerbahçe'nin aklı, Emre takımın dinamosu olmaya devam ediyor. Allah bu iki oyuncuya sakatlık vermesin.

Sonuçta F.Bahçe Twente'nin 1 puan arkasına yerleşti. Sırada Bükreş deplasmanı var. Oradan mağlup dönmezlerse grup şekillenmiş olur. Zira Bükreş ve Sherrif ile içeride oynanacak. Ancak bu oyun üst turlarda ne getirir bilemem. Şu anda ardına sığınılacak tek gerekçe var Daum açısından. Takım rakibe göre oynuyor bu sebeple rakipler güçlendikçe daha kaliteli futbol oynanacaktır. Biz de buna inanmak istiyoruz.
MAÇIN ADAMI: Alex de Souza
MAÇIN POZİSYONU:Son bölümde Sherrif'in karşı karşıya kalıp da kaçırdığı pozisyon
MAÇIN HATASI: Lugano ve Önder'in sürekli top kayıpları
MAÇIN ŞUTU: Emre'nin Alex'İn kornerden gelen topa vuruşu
MAÇIN HAKEM HATASI: Erokhin'in Semih'e arkadan tendona yapılan harekete kırmızı kart göstermeyişi

KADİR HAS STADYUMU


Geçtiğimiz günlerde öğrendiğimi paylaşayım dedim. Malum Şükrü Saraçoğlu'ndan sonra en modern stadyum Kayseri Kadir Has Stadyumu. Boş halinde koltuklara bakınca çamaşır suyuna batırılmış renkli elbise gibi alacalı bir koltuk dizaynı var. Meğer amaç seyircinin az olduğu maçlarda bu etkiyi azaltmamış. Entereasn bir yaklaşım. Umarım bilet fiyatı ve futbol kalitesi artar da bu tarz bir önlemi almaya gerek olmaz diğer stadyumlar için.

ARDA'NIN SEÇİMİ


Son yıllarda ülke topraklarının yetiştirdiği en yetenekli oyuncuların başında geliyor Arda Turan. 1999 yılında başladığı Galatasaray macerasında 10. yılına kaptan olarak ve ‘Metin Oktay’ın 10 numarası’ ile başladı. Kaptanlığı ve 10 numarayı hakedip etmediği, hak etmesi için neler yapması gerektiği bu yazının konusu olmayacak. Messi ile kıyaslanması yada O’nun ücretini alıp almaması ise apayrı bir konu. Mevzu Arda’nın gelecek birkaç yılda yapacağı seçim.
Hayatı her adımda takip edilecek, didiklenecek. Denilecek ki o bir delikanlı, tabi ki yapacak. Bunlarda bir sorun yok. Sorun bunları yaparken izlediği yol ve verdiği mesaj. Mesaj vermek zorunda mı Arda bize. Değil. O zamanda sorun yok zaten. Avrupa’da yaşıtları ve ündaşları neler yapmıyor. C.Ronaldo grup sekste basılınca Sir onun için ‘beni yeşil sahada yaptıkları ilgilendirir’ demişti. Şimdi 94M€’luk bir adam oldu. Evet hiçbirşey de sorun yoksa bu yazı neden yazıldı o zaman. Yazıldı çünkü Arda’nın yetiştiği topraklar Türkiye, üzerine bastığı çimler Ali Sami Yen’in. O şımarık bir Londra takımının oyuncusu yada Bernabeu’ya çıkan Castellana yokuşunu mağrur gözlerle izleyen bir Galacticos üyesi değil. Kıyas mertebesi Beckham veya Ronaldo olamaz bu sebeple. Halihazırda O’nu izleyen gözler Turgay Şeren’i, Metin Oktay’ı, Cüneyt Tanman’ı da izledi çünkü. Benim için Cüneyt Tanman’ın ardından gelen virgüle adını yazdırabilecek mi? Giydiği formayı bir sonraki sahibine ‘Arda Turan’ın 10 numarası’ olarak devredecek mi? Adnan Polat onun için nasıl bir kariyer planlaması yapacak? Evet Arda’nın seçimini birlikte izleyeceğiz. Kolay yetişmeyen değerleri yanlış maddi sebeplerle yoldan çıkarıp ah vah etmeyelim.

30 Eylül 2009 Çarşamba

CSKA MOSKOVA:2 BEŞİKTAŞ:1


Bazı şeyleri söylemek için henüz erken ve iddialı olsa da sanırım Beşiktaş için gruptan çıkma şansı pek kalmadı. Deplasmandan alınamayan bir beraberlik ise UEFA Avrupa Ligi'ne devamı da riske atmış durumda. Beşiktaş'ın durumunu göz önüne almazsak grubun en zayıf halkası CSKA Beşiktaş'ı adeta yürüyerek yendi. Ve bu Beşiktaş Rus ekibine karşı pozisyona dahi giremedi adeta. Beşiktaş'a karşı daha yaratıcı ve diri bir takım olan CSKA ile son maç yapacak olması da ayrı bir handikap. Beşiktaş yeni bir oyun düzeni bulamadıkça sürekli olarak oyun aklından yoksun devam edecek ve bu sorun yumağı düğüm olup kalacak. Bu oyun aklı ne Yusuf ne de Tabata. 30. dakikada Holosko'nun oyundan alınması da bu işi çözemezdi çözmedi de zaten. Şimdi üst üste 2 Wolfsburg maçı var ilki dışarı olan. Oynanmamış maç kazanılmamıştır felsefesinden yola çıkarsak Beşiktaş'ın bu iki maçtaki işi oldukça zor. Beşiktaş'ın artık CL'de hedef yerine öncelikli olarak toparlanmaya ihtiyacı var. Daha ağır hasar almadan ve önümüzdeki yılın Avrupa'sını da hedef dışı bırakmadan Denizli ve öğrencileri kendi başlarına bırakılmalı ve çıkışı birlikte bulmalılar. Zira çözüm için dışarıdan yapılabilecek bir etki yada transfer yok. Malzeme bu çıkış ise bir soru işareti. 2010 seçim öncesi Demirören için kader ağlarını örüyor. Bir cümlede Rüştü için saredelim. Kariyer sonu sanırım artık yaklaşıyor. Rüştü facia hatalar yapmaya devam ediyor.

29 Eylül 2009 Salı

MİKROFONLARIMIZ İSTANBUL İNÖNÜ STADINDA


Eskiden televizyondan maç izlenmediği yıllarda -mecburen- radyodan maç dinlenirdi. Aklımda sürekli Orhan Ayhan'ın maç anlatışları kaldı ve diğer ismini hatırlayamadığım değerli maç spikerleri. Çok büyük keyifti maç saatini beklemek, naklen yayın cıngılını dinlemek. Spikerlerin maçları etraflı anlatışları. 'Karşılaşma başladı sayın izleyiciler. Dolmabahçe Stadı'ndaki Beşiktaş bugün siyah-beyaz çubuklu forması ile deniz tarafındaki kaleye hücum ediyor...' diye başlayıp uzayan cümleler. Sanki bir Halide Edip, Yaşar Kemal edasıyla anlatılan maçlar. Aralarda reklam cıngıllarına ise hasta olurdum. Hele bir Stil boya reklamı yok mu? Günlerce dilimden gitmezdi. Almadım uzun bir süre o boyalardan eve zaten.

Kimilerini seyredemedim belki ama Karagümrük, Mersin İdman Yurdu, Orduspor hep benim aklımda radyo takımları olarak kaldı. Özellikle de Karagümrük. Hani en özlediğim takım O'dur hala.

Aynı zamanda inanılmaz bir heyecan radyo. Çünkü sürekli tuttuğun takımın maçını dinleme olanağın yok. Bir o staddasın bir bu stadda. Hele de bir maç anlatılırken sesin yavaştan azalması sonrasında merkeze bağlanılıp 'Evet şimdi mikrofonlarımız Fenerbahçe Stadı'nda' sesinin duyulması ile nabızın 150 vurması yok mu. Adamı kalp krizinden götürür. Maçın ne olduğunun önemi olmuyor o anda. Ve maça bağlandıktan sonra arka plan sesi beklerdim. Bakalım gol gürültüsü nasıl ilk anda. Eğer ciddi anlamda gürültü geliyorsa spikerin gol demesine gerek kalmıyor ben anlıyordum F.Bahçe'nin gol attığını. Yok bir sessizlik hakimse o zaman eyvah.

Bir seferinde F.Bahçe-G.Saray TSYD Kupası maçı dinleyeceğiz. TV vermiyor maçı. Aksi gibi radyoda ilk yarıyı vermedi. Evde inanılmaz bir heyecan, gerginlik. Yıl 90'ların başı, zira Vokri var takımda. İkinci yarı yayınına bağlanılıyor, spiker inatla skoru söylemiyor. Biz kriz geçirmek üzeriyiz evde. 'İlk yarıda nefis bir maç ve gol yağmuru vardı sayın izleyiciler' vs vs uzayan cümleler. Saniyeler içinde kurulan birbirinden berbat senaryolar kafada tabi ki. İyiyi düşünemiyoruz ki kimbilir bu gol yağmurundan nasibimizi nasıl aldık. Belki de kötüye alıştırma kendimizi. Benim için saatler ama gerçekte 1-2 dakika içinde spikerin ağzından skor çıkıyor. İlk yarıyı F.Bahçe 4-2 önde bitiyor. Ve sevinç tarifsiz.

Tabi artık TV'de maç izleyel beri radyodan maç nadir dinler olduk. Bu arada bir bayan maç spikerimiz de oldu. Semahat Arslaner. Kendisini dinleyemedim doğal olarak ama nasıl bir şeydir meraktayım açıkçası. Ama bir röportaj var kendisi ile meraklıları için.

Ama ne olursa olsun Halit Kıvanç'tan bir 90 dakika dinleyememiş olmak benim için üzücü. Yaptığı programları dinledikçe kimbilir ne muhteşemdir ondan maç dinlemek diye iç geçiriyorum. Can Bartu'yu, Pele'yi, Metin Oktay'ı seyredememek gibi bir şey olsa gerek ondan maç dinlememek. Bu vesile ile büyük ustanın da kulaklarını çınlatmış olalım.
Bazı keyifler artık eski yıllarda kaldı geri dönmek mümkün değil ama hatırladıkça bile içimi burkan hatıralar radyo maçları.

GÖREN VARSA HABER VERSİN


Sevgili futbol yorumcumuz Adnan Aybaba'dan uzunca süredir haber alamıyoruz. Nerede olduğunu bilen varsa haber versin. Bilmiyorum bir sağlık sorunu mu var ancak ekranlardan ansızın kayboldu. Her ne kadar futboldan anlamasa da ekranların renkli kişiliğiydi. Nette turlarken resmini gördüm aklıma geldi aniden. Bilen varsa iki satır yazsın.

28 Eylül 2009 Pazartesi

KOLTUK YERİNDE GÜZELDİR


Stadyumda maç seyreden taraftar işler iyi gitmeyince sinirlerine hakim olamayıp ellerine ne geçse sahaya fırlatır. Onları bu şartlarda bilinçli bir taraftar olarak uyarmanız birşey getirmeyeceği gibi sizi de olayın içine çekiverirler ve darbenin nereden nasıl geldiğini anlamazsınız bile. Bu sebeple kimseye stadda bu insanlık dışı varlıkları durdurmaya çalışmanızı tavsiye etmem.

Sahaya muhtelif şeyler atıldığını çok gördüm ve gördük. Geleneksel olanları yazamayacağım yani bozuk para, çakmak, taş gibi olanları. Cep telefonları, ayakkabılar, davul tokmakları, idrar dolu pet şişeler enteresan olanlar. Bir de koltuklar varki inanılmaz. Onları oradan sökmek mesele. Sökemedikleri için tekmelerle kırıyorlar ve sahaya fırlatıyorlar. Yani bazıları sahaya bile gitmeden kendi taraftarlarının kafasında patlıyor. Çok yaşadığım bir şey olduğu için netim bu konuda. Nasıl ruh halidir ki sonucunu düşünmeden yapılır. Sokakta birini kafasına durup duruken bir şey vursanız soluğu önce karakolda ardından da mahkemede alırsınız. Ama yeşil sahalarda yapınca normal ve hakedilmiş bir durum gibi oluyor.

Bu koltukların sökülmesi daha ziyade deplasman taraftarlarınca yapılır. Buradan bunu yapan ve yapacak olanlara bir hatırlatma yapmak lazım. Kırılan bu koltukların, klozet, lavabo ve aynaların bedelleri, hasar tespitinden sonra kendi takımınız tarafından karşılanıyor. Dolayısı ile en azından işin bu tarafını düşünürlerse belki kendilerini tutabilirler.

ELLE OYNAMAK SERBEST!

Yıllardır televizyonda bir hakem hocasının yada bir yorumcunun kalecilerin el ile topu oyuna sokmasına müdahale etmesini bekledim ama ortaya çıkan olmadı. Bu iş de bu durumda bana düştü. Futbol, kuralları esnek olmayan bir spor. Hele çizgi ihlalleri. Tuvalet kağıtları ile yapılan deneyler, çizgiyi geçti geçmedi tartışmalarının sonlandırmasını bir hatırlayın. Şartlar böyleyken hemen hemen her maçta kaleciler daha uzağa göndermek adına topu savururken elleriyle ceza sahası çizgisinin dışına çıkıyorlar. Hemde santimle değil yani metreyle. Bu durumda topu elle nizami oynamaları gereken ceza alanının dışına taşımış oluyorlar. Gelen topu dışarıda elle karşılamak nasıl cezalandırılıyorsa bunun da diğerinden pek bir farkı yok. Bundan sonra kalecileri dikkatle takip ederseniz siz de ne demek istediğimi hemen anlayacaksınız.

Bende Erman Toroğlu gibi soruyorum. Acaba bir gün hangi babayiğit bir hakem cart diye çalıp düdüğü verecek çift vuruşu. Ve bu durumda oyuncuların tepkisi ne olacak. Futbolda elle oynamak serbestse sorun yok değilse sürekli kural ihlali var.

ZEMAN MOURINHO'YA KARŞI


Geçtiğimiz günlerde Zdenek ZEMAN Mourinho için 'O kişiliğinin ardındaki vasatı saklayan ortalama bir taktisyendir. Oyuncularını organize etmek yerine gazetecilerle münakaşe etmesini daha iyi becerir' dedi. Zeman İtalya'da başarılı bir 4-3-3 uygulayıcısı olmayı başarmış ve 20 sene İtalya'da tutunabilmiştir. Başarılı bir taktisyen olmuştur benim gözümde daima.

Bunu duyan Morinho'nun cevabı ise 'Zeman mı? O'nu tanımıyorum?
Mourinho'nun bu alemde fazla şişirildiğini aslında bu denli başarılı bir hoca olmadığını ve düşünenlerdenim.


27 Eylül 2009 Pazar

ANTALYASPOR:1 FENERBAHÇE:2

7'de 7 gerçekleştirildi, F.Bahçe kendi rekorunu kırdı ve G.Saray-Eskişehir maçını beklemeye başladı. Büyük maça da adım adım yaklaşılıyor. Fenomenin de bitmesine sadece 3 hafta kaldı.
AMa başka önemli bir konuda şu ARMA formanın ilk kez giyilmesi. Sanki eskinin üzerine sünger çekilmek üzere giyilmiş gibi geldi. Fena da olmadı hani.

Fenerbahçe ağır bir baskı kurmadığı ve zaman zaman tempo yaparak oynadığı bir maçı daha kazandı. Ancak geçen sorunlu maçlara oranla daha disiplinliydi. Ancak karşısında da bir takım olmadığını söylemek lazım. Ancak F.Bahçe yine girdiği bol pozisyonları hovardaca harcadı, hakettiği bir maçı yine 90. dakika golüne bağladı. Zaten gol evlere şenlik bir gol. Hadi F.Bahçe böyle bir golü yiyebilir belki ligde ama 1-1 giden bir maçta Antalya'nın büyük takıma karşı böyle bir gol yeme lüksü olamaz. Ben bile izlerken inanamadım.

İkinci yarıda özellikle F.Bahçe kaleyi savunmak için ceza önüne dizilenler ve kazandıkları topları ileri vuranlarla, gol atmak için rakip saha civarında olup geriden tepilecek topları bekleyenler olarak iki kutba ayrıldı. Orta saha diye bir şey kalmadı. Belki de Daum karşısında bir takım olmadığını gördüğü için Gökhan'ın yerine Topuz'u çekip Semih'i sürdü oyuna. Bunu bilemeyeceğiz hiçbir zaman. Ama başka bir önemli maçta Daum'un böyle bir şey yapmayacağını tahmin ediyorum.

Guiza ciddi şekilde depresyonda. Yani Guiza kalitesinde bir oyuncu gol kaçırabilir. Boş kaleyede atamayabilir ancak önemli olan bu tarz pozisyonlardaki vuruş tekniği. Adeta gol olmasın diye vurulmuş toplar. Bu da ondaki depresyonun resmi adeta. Guiza şu anda o kadar büyük bir baskı altında ki artık maç içinde pozisyonu yaşayamaz durumda. Daum bu şekilde Guiza'yı kazanamaz. Biraz dinlendirip hem onun hem takımın önünü açmalı. Guiza basit bir asist bile olsa, son dakikada atılan gol için sevinmedi bile. Bu maç kazanılmasaydı Guiza kahrından ölebilirdi.
Santos'taki serbest düşüş devam ediyor. Sezon başında bir parmak bal çaldı azımıza hala o tadı arıyoruz. Lugano'nun gereksiz pas trafiğine girmesine dur demek lazım artık. Takımı olmadık anda kontrada bırakıyor.


Alex her pozisyonun içinde, her atağın ve golün yaratıcısı. Çok konuştuk, çok eleştirdik ülke olarak bu Brezilyalıyı. Ama bu noktadan itibaren hakkını verip eleştirileri kesmek lazım diye düşünüyorum.
Emre'siz geçilen son hafta Alex ve Cristian için de rahatlatıcı bir durum.
Daum Kazım üzerinde çok duruyor. Futbol oynamak için her türlü yetenek var Kazım'da. Ama sanırım her maç öncesi terapiye ihtiyacı var. Daum'da 2 maçtır bunu yapıyor. Biraz daha ciddi görüyorum artık O'nu. Bu şekilde oynadıkça lig yolunca katkısı çok olacak. Ama vurdumduymaz tavrını bir kenara koymak şartıyla. Zaten Kazım'ı futbol yetenekleri sebebiyle değil sürekli davranışları ile eleştiriyoruz.

Yunus Yıldırım maçın skoruna etkiyecek hatalar yapmadı ama çok formsuzdu. Sarı kart uygulamalarında sürekli hata yaptı. En ilginci ise ceza alanında Volkan'a yapılan faul sonrasında Volkan'ın vuruşuyla başlayan oyunda topun ceza alanını terketmeden Bilica tarafından oynanmasına hata olarak baktı ve yeniden başlattı. Hocam o kural top auta çıkınca oluyor.
Bir de hakemlerin kart verirken eliyle işaret yapmaları garibime gidiyor. Yani biri faul yapınca parmakları ile 2 yapıyor. Yani ikinciye faul yaptın ondan verdim demek. Sarı kart almak için bir limit mi var? Basketbol gibi 5 faulun sonunda çıkmak gibi bir şey mi bu? Sürekli bu hareketi görüyoruz. Hareket kartlıksa ilkinde de verisin ikincide atarsın. Kartlık değilse 10 kere de yapsan kart değildir. MHK'nin bu konuya bir el atması lazım.


MAÇIN ADAMI: Kazım Kazım

MAÇIN POZİSYONU: Guiza'nın kaçırdıkları

MAÇIN HATASI: Tartışmasız Antalya'nın son dakikada F.Bahçe'ye karşı 4'e 0 yakalanması.

MAÇIN ŞUTU: Kazım Kazım'ın seri çalımlara ceza alanına girip direğe nişanladığı şut.

MAÇIN HAKEM HATASI: İki takıma da uyguladığı tüm sarı kart uygulamaları (özellikle vermedikleri)

  © Blogger templates 'Neuronic' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP