4 Eylül 2009 Cuma

HINCAL'DAN MASALLAR

Bu yazıyı F.Bahçe'nin haklarını korumak için değil kuralları anlatmak, bazı ithamları çürütmek ve körü körüne yazılara inanmayı engellemek için yazdım. Bizim çok bilen yazarımız Hıncal Uluç son yazısında F.Bahçe'nin Manisa'ya son dakikada attığı golün ofsayt olduğunu, Manisaspor'un bariz penaltısının ve golünün verilmediğini yazmış. Şimdi bir bakalım gerçekten böyle mi?
Önce gol pozisyonuna bakalım. Yukarıda bir şema var. FIFA'nın 2009-2010 için yayınladığı oyunun kuralları kitapçığı. 11. kural ofsayt, sayfa 103 ne diyor: Ofsayt pozisyonundaki A oyuncusu atılan topa doğru koşar, ofsayt olmayan B oyuncusu da topa koşar. A oyuncusu topa dokunmaz ise pozisyon ofsayt ile değerlendirilmez. Bu kural, gerçeğe bakarsak geriden yüksek bir top atılıyor. Semih ofsayt pozisyonunda o anda doğru. Ancak Semih topa doğru koşmuyor dahi, hareketlenen ise Alex (zaten net bir şekilde top Alex'e atılıyor). Alex topa vuruyor ve Semih artık ofsayt pozisyonunda değil. Direkten dönen topu gelip tamamlıyor. Dolayısı ile gol nizami. Bu gol Fenerbahçe için değil kim için olursa olsun ofsayt değil. Çünkü kural açık. Hıncal ise ucuz şovenistlik yapıp Erman'a sallamakla yazısını dolduruyor. Sonra da kuraldan bahsediyor yazısında. Hangi kural Hıncal? Senin taş devrinden kalma kuralların mı?



Gelelim penaltı pozisyonuna. İlk anda gördüğümde dahi penaltı olmadığına kanaat getirmiştim. Manisalı oyuncu ilk pozisyonda Önder'in ayağına basmasına rağmen kurtuluyor ve ceza sahasına giriyor. Çünkü o anda avantajın bu şekilde olacağını biliyor. Girdikten sonra topun dibine girip Bekir'in üzerinden aşırıyor. Ancak tam bu sırada Bekir sol ayağını dizinden kırıp sağ ayağıyla yerden kayarak müdahale yapıyor. Hani Semih Yuvakuran'ın en iyi yaptığı hareket. Ancak salise farkla topa dokunamıyor. Fizikteki atalet kuralına göre durması mümkün değil ama Manisalı oyuncu rahatlıkla topa ulaşabilecekken sol ayağını Bekir'e takarak yüz üstü değil sırt üstü düşüyor. Evet hakemlerin en çok kandıkları pozisyon bu. Verirlerse neden verdi deme şansımız yok ama aslı verilmemesi. Son Manu-Arsenal maçında İngiliz hakem Rooney'nin bu hareketini yuttu ve penaltıyı verdi. Ortalık da toz duman oldu maçtan sonra. Tolga Özkalfa ise yemedi. Gayet açık. Fubol izleyeni için bir tüyo verelim madem. Süratle ileri doğru top süren ve rakibinden sıyrılmak üzere olan bir oyuncunun rakibin müdahalesi ile sırt üstü yada yanına doğru düşmesi fizik kurallarına aykırıdır. Bu şekilde karar verecek olan hakemlerin yanılma payı sıfırdır. Hıncal Bey ne demiş buna yazısında: "Çift dalmak yasak, rakibe dokunmasan dahi yasak. Bırak rakibe dokunmayı, topa dokunsan dışarı atsan yine de yasak. Arkadan dalarsan kırmızı kart, önden dalarsan sarı kart. Cezası da yazılı. Sadece serbest vuruş ya da penaltı değil. Kart cezası da var çift dalmanın. Hâlâ diyor ki kenardan dolaşabilirdi, üstünden atlayabilirdi, falan" Kural yukarıda. Hıncal'ın bu dediklerini doğruluyor bu sefer. Ancak sevgili Hıncal, savunma oyuncusu çift dalmıyor, yandan rakibide kollayarak kayarak müdahale yapıyor. Ne topa ne de rakibe müdahalesi var. Maçtan 4 gün sonra yazı yazıyorsun ama zahmet edip pozisyona bakmıyorsun. Yazdıkların da masaldan öte değil. Bilmiyorum kaç yıldır bu işin içindesin ama lütfen artık futbol yazma. Fener'e de yazma G.Saray'a yazma.

Aşağıdaki linki de sevgili Hıncal Uluç'a gönderiyorum, İngilizcesi varsa bakar okur, sallamak yerine fikri olur. Yoksa ben zaman ayırıp kendisine bunları çevirebilirim. Sonuçta öğrenmenin yaşı yok. Kuralları bilirse Fenerlisi de Galatasaraylısı da kurtulur bari.

Oyunun kuralları: Law of the Game http://www.fifa.com/mm/document/affederation/federation/81/42/36/lawsofthegameen.pdf )

DÜNYA STADYUMLARI


Hazır stadyumdan bahsetmişken geçen gün tesadüfen bulduğum bir siteyi paylaşayım. Burada dünyadaki tüm sporların yapıldığı stadyumların bilgileri var. Boş zamanda incelenebilir. Gelecekte yapılması planlanan stadların da tasarımları var aynı zamanda. Bana ilginç geldi.

3 Eylül 2009 Perşembe

FENERBAHÇE 45. SIRADA










Aslında klasik gazete haberlerini bloğa koymayı sevmiyorum ama bunu okuyunca nötr tarafıma göre bu tarafım ağır bastı açıkçası bu haber için. Ayrıca üzerinde yazmayı istediğim bir konuydu fırsat da doğmuş oldu. Tabi yine gazete haberinden çıkıp bunun yorumunu da yapacağım. Kaynak dünyanın en çok satan uluslararası futbol dergisi World Soccer ve haber şu şekilde:


"World Soccer dergisinin yaptığı araştırmaya göre, Fenerbahçe geçtiğimiz yıl dünyada tribünleri en çok dolduran ekiplerden biri oldu. Sarı-lacivertliler, 50 takımlı listeye 45. sıradan girdi.Araştırmaya göre, Kanarya 2008-2009 sezonunda ortalama 34 bin 559 kişiye oynarken, listenin ilk sırasındaki Manchester United 75 bin 304 taraftarla sezonu geçirdi. Listeye Fenerbahçe'nin dışında Türkiye'den başka bir takım giremedi."

Burası epey ciddi bir şekilde araştırılması gereken sosyoloji konusu. Çünkü sonuçlarından diğer futbol kulüplerinin de nasiplenmesi mümkün. Ülkede rant değeri bu kadar yüksek olup bunun karşılığında 2008-2009 da edindiği başarı bu kadar düşük olan ama karşılığında 35.000'lik bir kitleyi toplayan bir kulüp var ortada (geçen sezon sedece Guiza flaş transfer olarak yapıldı) Sosyolog değilim ama bir taraftar gözüyle benim de analizlerim var bu konu hakkında:



1- Stadyum kalitesi: Şükrü Saraçoğlu, taraftarına oldukça iyi imkanlar sunan, rahatça girilebilen, rahat maç izlenen, ferah, tribün ısıtması olan, görüş açısı geniş, akustiği sağlam, kendi koltuğunua oturabildiğin ve arka planı (food court, WC ve alışveriş gibi) iyi tasarlanmış bir stadyum. Yurt dışında maç için yada gezi için gittiğim stadyumlar içindeki yeri oldukça yüksek. Bir Emirates, Allianz Arena yada Stade de France ile kıyaslayamayacağım tabi ki. Örnek vermek gerekirse Torino'daki Delle Alpi, adeta mahrumiyet bölgesi. Devre arası sıcak bir şeyler içmek zor, ulaşımı zor, stad koca bir alanda kendi haline terk edilmiş gibi soğuk, giriş tünelleri karanlık. Bu haliyle Juventus stadı dolduramıyor. Stad kalitesi çok çok düşük. Barcelona'nın stadı Camp Nou da Delle Alpi'den hallice. Ne yazık ki Barcelona'nın şu anki stadının tünelleri, toplantı odası ve iç planları Barca'ya yakışmayacak şekilde. Zaten denizin üzerine 100.000'lik yeni bir stad projeleri var ki tespit çok doğru. Üstte yazılan imkanlar olduğunda kimse stada gitmekten çekinmiyor. Bayan, çocuk rahatlık giriliyor.

2- Seyirci Profili: Stad kalitesi iyileşince otomatikman seyirci profili de değişiyor. Sadece ses çıkaran değil takımına destek amaçlı gelenlerin doldurduğu bir stad oluyor. Bunu bilenler bu seviye artışıyla berbare kombine ve günlük biletlere daha çok rağbet gösteriyorlar. Çünkü kendilerine yakın insanlarla maç seyretmek daha farklı bir durum

3- Maç ortamından keyif almak: Maç sadece yeşil sahada oynanan bir oyun değil. Öncesi sonrası ile birlikte yaşanan bir olgu. Fenerbahçe stadı bunu taraftarına sağlıyor. Herkes gittiği maçtan galip ayrılmak ister ancak bu stadın içinde bulunmak bile insana keyif verebilmeli. Kaldıki konum olarak Kalamış'a yakın olması, restorantlar, deniz kenarı konumu ulaşım kolaylığı sebepleri ile rağbet edilen bir stadyum olması doğal.


4- Takım profili: Artık son yıllarda değişsede kaliteli oyuncuları sahada görmek taraftarı stada çeken bir diğer etken. Her maç binlerce insan Alex'i, Carlos'u Guzia'yı merak ediyor ve akın ediyor. Kaliteli oyuncu = çok taraftar

5- Taraftar bilinci: Bu konuda sanırım Fenerbahçe taraftarı açık ara önde. Özellikle kombinenin kendisine ve kulübe ne getirceğinin farkında. Profilin yükselmesi buna bir etken tabi ki. Bilinç arttıkça maça giden sayısı da beraberinde artıyor. İngiltere'de hiç bir iddiası kalmayan orta sıra takım bile tribünleri son maçta tamamen doldurabiliyor.

Buradan hareketle G.Saray stadyum yapmakla ne kadar iyi bir iş yaptığını iş bitince görecek. Ancak G.Saray yönetiminin taraftar bilincini de artırmak için ciddi kampanyalar ve projeler de üretmesi gerekli. Stad tek başına yeter şart değil ama olmazsa olmaz şartıdır.

YAKTIN BİZİ SEEDORF


Hafta sonu oynanan ve İnter'in Milan'ı 4-0 yendiği maçta yaşanan bir olay kafalara takıldı. Eto'o 39. dakikada derin bir topla ceza sahasına girdi ve Gattuso tarafından düşürüldü. Penaltı gole çevrildi maç 2-0 oldu ve Gattuso sarı kart gördü. Bu sırada teknik direktör oyuncu değişikliğine gitmek üzeriydi. Seedorf'a son taktikleri veriyordu. Gattuso çıkıp yerine Seedorf girecekti ancak Seedorf tekmeliklerini ve ayakkabılarını giyme işini biraz uzatmıştı. Derken 3-4 dakika sonra Gattuso orta alanda zamanlama hatası ile sert bir faul yaptı ikinci sarı ve Gattuso dışarı. Tabi bütün planlar alt üst. Gattuso'da oyundan çıkarken zaten kenara söylene söylene çıktı. Bu işin ardında şans faktörü de var sonuçta Seedorf'un suçu değil ama bu konuda kendini suçlu hissetmiş olacak ki özür dilemiş. Ancak maçın ikinci yarısında herşeye rağmen Milan'ın en iyisiydi. Sakatlıktan yeni çıktığı için ısınma kısmını biraz uzattığını ve tekmeliklerini giyerken Gattuso'nun atıldığını bu konuda suçu varsa kendi adına özür dilediğini belirtmiş. Enteresan bir andı maç içinde. Bazen ne olursa olsun futbolda kısmetten öte gidilmiyor.

TARIK DAŞGÜN ve GİBİLERİ




Gençlerbirliği’nden Fenerbahçe’ye geldiğinde çok büyük sansasyon yaratan ve ümitler beslediğimiz bir oyuncuydu. Aynı zamanda yetenekleri ülke yeni bir yıldız mı kazanıyor sorusunu da aklımıza getirdi. Maçlarda Oğuz’dan pas alamıyor ondan oynayamıyor, antrenörler ona ilgi göstermiyor gibi mazeretleri ardı ardına sıralandı. Ancak Tarık hakkında yaşadığım bir olay neden Tarık’ın bu hale geldiğini bana net bir şekilde anlatıyordu. 1995-1996 sezonu. Oğuz ve Aykut’un kovulmasına sebep olan meşhur Trabzon maçı sonrası içeride İstanbulspor ile oynanacak. Günlerden Cuma bilet almak için erken saatlerde kulüp binasının yolunu tuttum ama gişe açılmadığı için antrenmanı seyredeyim dedi. Oyuncular, Parreira herkes idmana başlamak üzere. O anda yanıman sarı bir Opel Astra geçti tesislerden içeri girdi. Arabadan esneyerek Tarık indi. Belli ki yeni kalkmış yada akşamdan kalmış artık ne denirse. İşte o anda notumu vermiştim Tarık’a. Takım 1 gün sonra şampiyonluk maçına çıkacak ve üzerindeki rahatlık inanılmaz, kabul edilmez -Guradiola'nın idmana 1 dk geç geldiği için Xabi, İniesa, Eto'o nun daiçinde olduğu 6 oyuncuya ciddi para cezası vermişti- Sonraki F.Bahçe ömrü uzun olmadı ve Otto Bariç Tarık’ın F.Bahçe kariyerine son verdi. Zaten sonraki yaşamında hiçbir yerde dikiş tutturamaması, esrar illetine bulaşması 32 yaşında futbolu bırakmasına sebep oldu. Tarık yeteneklerine ihanet eden, özdisiplinden yoksun bir oyuncuydu ve ben o gün görüp yaptığım yorumda yanılmamıştım.
Aynı görüşlerim Sergen Yalçın, Rıdvan Dilmen, Yusuf Şimşek içinde geçerli. Kariyerlerinde Tarık gibi kötü anıları yok ama ne yazık ki yeteneklerini bu kadar kolay çarçur eden, futbolun gereklerini yerine getirmeyen ve sadece ülke sınırları içinde kalan oyuncular olması beni üzüyor. Bu oyuncuların yeteneklerini gözümün önüne getirdiğimde Messi’den, Kaka’dan farkları yoktur. Ama bu oyuncuların farkı işlerine ve arkadaşlarına duydukları saygı, özdisiplinleri ve bu işin emek verilerek yapılacak olmasını bildikleri. Keşke Rıdvan’ı Real’de, Sergen’i Barca’da, Yusuf’u da Milan’da izleseydik. Beni bunlardan mahrum bıraktıkları için bu oyuncuları affedemem.

2 Eylül 2009 Çarşamba

LANETLİ YAZILAR


Bir arkadaşım uyardı beni, ben de iki satır yazayım dedim. Uzun bir zaman dilimi olmadı blog yazmaya başlayalı ama yazıların bazılarında lanet var sanki. Yaklaşık 1 hafta içinde F.Bahçeli Emre'yi, Tottenham'lı Modriç'i ve Arsenal'li Diaby'nin parlak günlerini ve başarılarını yazdım. Bu yazıların ardından sırasıyla önce Modriç'in ayağı kırıldı, ardından Manu karşısında Diaby kendi kalesine attığı golle Arsenal'e maçı kaybettirdi son olarak da hafta sonu Emre gereksiz bir kartla uzunca birzaman takımını yalnız bırakacak. Artık oyuncu profili yazmaya korkar oldum. Tabi bunların hepsi tesadüf. Bakalım bir de Cristiano Ronaldo hakkında birşeyler yazayım. Üzgünüm Florentin Perez şansına küs.

AVRUPA LİGİ 20 YIL ÖNCE DE VARDI!


Arsene Wenger benim yıllardır özellikle takip ettiğim ve kendisini hayranlıkla izlediğim bir futbol sanatkarıdır. Geçtiğimiz Salı günü goal.com daki bir haberi okurken yıllar öncesine gittim. Wenger açıklamasını şu şekilde yapmış ‘%100 emin değilim ama tahminime göre 10 yıl içinde bir Avrupa Süper Ligi kurulacak. Sadece Şampiyonlar Ligi geliri büyük takımların harcamalarını karşılayacak şekilde değil çünkü çoğu UEFA tarafından alınıyor. Amaç yerel ligleri öldürmek değil ama hafta içi Avrupa Ligi, hafta sonu yerel ligler oynanabilir’
Yıllar öncesine gidişim ise şundan. Yaklaşık 12-13 yaşlarındayken hep Fenerbahçe’nin Avrupa’nın en büyüğü olmasını hayal eden ben elde kağıt kalem büyük transleri takıma kazandırır, tüm kupaları Fenerbahçe’ye toplardım. Bu arada sürekli Fenerbahçe’nin şampiyon olduğu bir de Avrupa Ligi yapmıştım. İçinde kimler yoktu ki bu ligin. Bu oyunu 2-3 yıl sürdürdüm. O zaman sadece oyun olan bu lig sanırım gelecekte karşımıza çıkacak ve bunu Wenger’in ağzından duymak beni daha çok mutlu etti.
Avrupa Ligi bu kıtanın kaçınılmaz sonu olacak sanırım ancak seçimin nasıl yapılacağı ve statüsü çok önemli. Çünkü buradaki takımlar aradaki arkı çok daha hızlı açmaya başlayacaklar. Bu lig eski adıyla G-14 yeni adıyla European Clubs Association olan organizasyon etrafında dönecekse Fenerbahçe ve Galatasaray’ın daha çok çalışması gerekecek bu lige katılmak için.

CEZA ADİL Mİ?



Hafta sonu oynanan Anderlecht-Standart Liege maçında Liegeli oyuncu Axel Witsel’in Anderlecht’in Polonyalı oyuncusu Marcin Wasilewski’ye yaptığı ağır faul sonucu Wasilewski’nin ayak bileğinden kırıldı ve futbol kariyerinin sona ermesi söz konusu. Az önce Belçika futbol federasyonu 23 Kasım'a kadar futbol oynamama cezası verdi. Yani toplam 10 lig maçı ve 1 kupa maçında yer alamayacak. Bu hareket karşısında ölüm tehditleri aldığı söyleniyor. Bundan sonra neler olabilir bilemiyoruz.

Ancak bu ve buna benzer pozisyonlara futbolda rastlıyoruz, Okan Buruk, Metin Diyadin hemen akla ilk gelenler. İlk grup pozisyonlar ki kasıt olmadan pozisyon gereği ayak kırılmaları görülebiliyor. Bunlar tamamen şansızlık. İkinci grup pozisyonlar ise kasıtın olmadığı ancak futbolda yapılmaması gereken hareketler. Yani aslında olmayabilecek sakatlıklar. Üçüncü grup ise tamamen kasıt unsuru içeren hareketler. Yukarıdaki pozisyon ise bence ikinci gruba giriyor çünkü televizyondan da izledim pozisyonu. Witsel kırmızı kart sonrası ben ne yaptım der gibi hakemin yüzüne baktı çünkü rakibin ayağının kırıldığının farkında değildi. Ama bu suçunu, düşüncesizliğini ve hatta aptallığını kapatmaz.

Yukarıdaki resimin sonucu ise malum. Arsenal'li Eduardo'da bu hareket sonucu 6 ay futboldan uzak kaldı.

Futbolcular ayakları ile para kazanan insanlar. Bir oyuncunun bu şekilde rakibe girmesini kabullenmek mümkün değil. Bu şekildeki bir giriş için 1 yıl ceza dahi az. Taammüden adam öldürmek, hatalı sollamak gibi bir şey. Düşünün yaptığınız işi ve mesai arkadaşınız gelip sizin işiniz için en önemli organınızı kasıtlı bir şekilde kırıyor. 6 ay işsizsiniz sonrası ise uzun bir rehabilitasyon süreci. Mesai arkadaşlarınıza nasıl bakarsınız, işe gelmek tedirginlik yaratmaz mı? Bu insanı mahkemeye vermez misiniz ve iyi bir avukatla nasıl bir tazminat çıkar acaba? Ancak bu iş yeşil sahada olduğu zaman daha basit bir şekilde geçiştiriliyor. Yine Witsel'in cezası ki fena sayılmaz hani benzerlerine göre. Bu tarz oyuncuların süratla futboldan uzaklaştırılması gerekli. Gerçekten gereksiz insanlar topluluğu. Bir insan nasıl düşünmez böyle bir hareketin nasıl sonuçlanacağını. Bir taç korner yada kontra bir top kazanmak çok daha mı önemlidir bir ayak kırılmasından?

Bu ceza umarım bir ders olur futbolculara ve daha ağırlarıyla karşılaşmadan sahalarda bir daha görmeyiz. Çünkü kırılan kendi ayakları da olabilir.

1 Eylül 2009 Salı

VICKY CRISTINA BARCELONA BARCELONA BARCELONA



Scarlett Johanson ve Penelope Cruz’un oynadığı ve hatta Cruz’un 2009’da yardımcı kadın Oscar’ı aldığı bir filmdi. Film Barcelona'nın bohem havasında çekilmiş bir aşk hikayesini anlatıyordu. Oscar’ı Barcelona futbol takımı gibi domine etmediler ama güzel bir filmdi. Şimdi ise futbolun Oscarları dağıtıldı UEFA tarafından. Barcelonan'ın 5'de 5 yapıp tulum çıkardığı sezonda heykelciklerden ikisi yine Barcelona’ya gitti. 12 adayın 6’sı Barcelona’dan ve bunun 4’ü alt yapıdan olduğuna dikkat çekmek isterim.

Adaylar ve kazananlar koyu kırmızı olarak yazıldı

Kaleciler
Petr Cech (Chelsea)
Victor Valdes (Barcelona)
Edwin van der Sar (Manchester United)

Savunma
Gerard Pique (Barcelona)
John Terry (Chelsea)
Nemanja Vidic (Manchester United)

Orta Saha
Steven Gerrard (Liverpool)
Xavi Hernandez (Barcelona)
Andres Iniesta (Barcelona)

Forvet
Samuel Eto'o (Barcelona, şimdi Inter)
Lionel Messi (Barcelona)
Cristiano Ronaldo (Manchester United, şimdi Real Madrid)

KERAMET KİMDE


Bu yılki başlangıç geçen yıllara göre daha bir yumuşak oldu sanki. Aziz Yıldırım’ın masum 3 yıl şampiyonluk vaadi haricinde iddialı açıklamaları sezon başında okuyup duyamadık. Zaten 3 büyük kulüp başkanın şampiyonluk sözü vermesi kadar doğal bir söylem olamaz. Bu takımların varlık sebeplerinden birisi şampiyon olmak değil midir? Neden eleştirilir o zaman bu insanlar. Zaten Avrupa’da başarı bekleyen ve dile getiren yok içlerinde. Demek ki herşey süt liman.
Bu yumuşak girişin pek çok sebebi vardır tabi ki. Geçmişte edinilmiş öğretiler en başta geliyor olabilir mesela. Taraftarı ve medyayı daha ilk günden hidrojen ile doldurulmuş balona çevirmek istemiyorlar ki yükselişin inişi hasarlı olmasın. Ancak başkanlar aynı başkan, yönetimler aynı yönetim, taraftarlar aynı taraftarken bu yumuşuklağın tek sebebi tecrübe olmasa gerek. Kaldı ki ilerleyen haftaların bize ne getireceğini bu insanları nasıl değiştireceğini bilmiyoruz henüz. Aziz Yıldırım’ın 11 yıldan sonra, Demirören’inde bir şampiyonluktan sonra değişmiş olmasına inanmak zor açıkçası. Bu değişiklik sebebi Mustafa Denizli, Frank Rijkaard ve Chrispoph Daum olma ihtimali oldukça yüksek bir oran toplam içinde sanki. Ya da ben öyle olduğuna inanmak istiyorum. Bu üç isimde ulaşabildikleri futbol çerçeveleri içinde güvenilir, sözü ağızdan çıkarırken 2 değil 3 kez beyin kıvrımlarından geçiren insanlar. Kelime ve cümleleri, harfleri özenle seçip savurmadan boşluklara dolduruyorlar. Dolan boşluklar bir başkasının pervasız cümleleri ile dağıtılamayacak kadar sert oluyor, en azından şimdilik. Böyle bir ortamı uzun yıllardır özlemişiz. Rakibi ezmeden, onu yücelterek yapılan açıklamalar. Gereksiz soruları ustaca çalımlayan, vermesi gerekli mesajı adrese doğruca ulaştıran teknik patronlar. Böyle bir ortamı bulan Türk futbolu ve taraftar kitlesi yıllardır kaçırdığı trenin son vagonunu yakalama fırsatı buldu. En büyük dileğim haftaların getireceği yıpratıcı mücadele içinde camilarının arka plan seslerine yenik düşmemeleri. Bu üç ismin yenik düşmesi gerçek manada yenilmelerinden değil kirlenmemek için nazikçe sahneden çekilmeleri ile gerçekleşir. Çünkü bu zamana kadar edindiklerini bir çırpıda kaybetmek istemeyecek kadar zeka sahibidirler. Salt teknik adamlıktan adamlığa terfi ettirdikleri bu mevkilerini yıpratmamak tribünlerin en büyük görevi olmalı. Sonuçta kaybeden Türk Futbolu olacaktır bu üç isim değil. Sürekli istikrar, futbol barışı ve kalıcı başırı isteyen takım ve taraftarlara önemle duyrulur.

30 Ağustos 2009 Pazar

FENERBAHÇE:2 MANİSASPOR:1


Tam yazımı yazmaya başlamıştım ki 90+3'de 2. gol oldu ama yazacaklarım değişmeyecek. Öncelikle bu gol her kanalda ve kalemde çok tartışılacak. Ancak benim kendi görüşüm ilk pozisyonda Semih ofsaytta gibi duruyor ama topun atıldığı adam Alex ve Semih hareketsiz olduğu için pasifte kalıyor. Alex'in topa vurmasından sonra ise tartışmalı bir durum yok.




Fenerbahçe değil galibiyeti beraberliği bile haketmediği bir maçı bitirdi ve Manisa'ya yazık oldu. Emre'de geçen haftadan kalan kırmızı kart borcunu ödeyerek mubarek ramazan ayında hafiflemiş oldu. Lugano bile adam olurken Emre hala alışkanlıklarını bırakmış değil. Maç kaybedilmiş olsaydı Emre bunun hesabını daha ağır ödeyebilirdi. Yani geçen hafta hakemin eline vurmak, bu hafta hakemi göğüslemek. Neyse 2 hafta hakemler rahat şimdi. Emre'nin tacizlerinden kurtuldular. Emre'yi beğeniyoruz, takıma katkısını kabul ediyoruz ama bu yaptıkları herşeyi alıp götürüyor. Yani Emre sürekli siciline yeni şeyler işliyor.

Mesut Bakkal gerçekten güzel bir takım hazırlamış. Genç, oyunu her alanda oynayabilen, özellikle yardımlaşması mükemmel bir ekipti Manisaspor. Ancak bazı temel noktalardaki hataları ve acemilikleri maçı kaybettirdi. Sanırım bu galibiyeti sadece büyük takım ve büyük oyuncu olmalarından dolayı çevirdiler. Çünkü takımda iyi diyebileceğimiz bir adam dahi yoktu. Yardımlaşma sıfırdı. Taç atmaya bile adam bulamadılar çoğu zaman. Topu alıp rakip sahaya geçtiklerinde ne yer değiştiren, ne boşa kaçan ne de top isteyen bir oyuncu vardı sahada. En büyük silahları olan kısa ve hızlı paslaşmalar yoktu ve ciddi top kaybı ile oynadılar. Bunlar yardımlaşmanın olmadığının bir diğer işaretiydi. Fenerbahçe kontraya çıkıyor Manisa savunmada 5 kişi Fenerbahçe 3 kişi o top dönüp Fenerbahçe'ye kontra oluyor Manisa 3 kişi Fenerbahçe'de 3 kişi. Fenerbahçe'nin nasıl kopuk oynadığının basit bir işareti.

Alex ve Guiza %10 kapasite oynadılar. Özellikle Alex sakatlıktan yeni çıkmış olmanın tedirginliği ile hiç zorlamadı kendini. Gollerdeki asistler bu durumu kurtarmaz zira maç bu hale de gelemeyebilirdi. Ama yine de Alex ve Guiza her an maçı değiştirebilecek adamlar olduklarını gösterdiler. Zor futbolcular kısacası. Alex var diye Emre'de bu alana pek girmedi, Santos'da inanılma kötüydü. Kazım da desteksiz arkadan kalınca gol pozisyonuna da girmek hayal oldu Fenerbahçe için. Ve bu sezonki en kısır maçını yaşadı.

Sion maçının ardından bu maçta da Daum müdahalelerde geç kaldı. Takımın kilitlendiği belli olduğu anlarda ve özellikle kanatların işlemediği bir maçta daha önce varlığını hissetirmeliydi. Gökhan'ın son dakika sakatlığı ve yabancı kontenjanı sebebiyle Bekir sağ beke geçti ancak Vederson'un mutlaka oyuna girmesi gerekirdi. Bekir'den sağ bek oluyorsa Vederson'dan da olurdu. Çünkü zaman ilerledikçe Bekir'in ağırlığı daha hissedilir oldu. Takım daha kontrolsüzce ileri çıktığında hatların aralarını doldurabilir, sürati ile Önder ve Lugano'nun kademelerini alabilirdi. Belki gol de olmazdı. Santos'un kötü oluşu ve ani top kayıpları da Carlos'u çok zorladı. Dolayısı ile ortaklaşa bir gol yedi aslında F.Bahçe.

Daum'un bu iki haftalık lig arasında orta saha hücum bağlantılarını onarması lazım. Derslik birçok poizyon vardı. 2 aydır non-stop çalışan bir takımın rejenere olması ve sakatların düzelmesi için ideal bir zaman dilimi. Bu şekilde devamla ligde umduğunu bulamayabilirler. Sion maçında hadi dedik ama Manisa maçı tehlike sinyalini verdi. Sezon sonunda F.Bahçe şampiyon olursa dönüp bu maçı hatırlamamız gerekli.

MAÇIN ADAMI: Mehmet Nas

MAÇIN POZİSYONU: Alex'in 2. goldeki kafa dokunuşu

MAÇIN HATASI: Emre (sahada top sürmeleri ve mücadelesi hariç herşeyi) ve son dakikalarda şımarıklık yapıp gereksiz top çevirip golü yiyen Manisalı oyuncular.

MAÇIN ŞUTU: Simpson'un uzak köşeye aşırtması (ne yazık ki gol olmadı)

MAÇIN HAKEM HATASI: Maçın başında ceza sahası içinde Kazım'ın taban hareketi (penaltı değil çift vuruş)

  © Blogger templates 'Neuronic' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP