29 Ağustos 2009 Cumartesi

MAN.UTD.:2 ARSENAL:1


Avrupa'nın ve Premiere Lig'in ilk büyük maçı oynandı. Old Trafford'da ilk yarısını Arshavin'in attığı gol ile 1-0 önde kapatan Arsenal ikinci yarıda 5 dakikada yediği saçma gollerle maçı kaybetti. Ve kendisine, oynadığı futbola ihanet etti. 60.dakikaya kadar maç Emirates'de mi yoksa Old Trafford'da mı oynanıyor anlamadık. Neredeyse maçın tamamı Arsenal'ın kontrolünde ve üstünlüğünde oynandı. Ancak Rooney'in kendini yere atması sonucu kazandığı penaltı golüyle arkasından da maçın neredeyse yıldızı Diaby'nin saçma sapan kendi kalesine attığı gol yiğidin hakkını yiğide verdirmedi. Manu neredeyse kaleye bile inemediği maçı anlamadığı şekilde kazandı. Son yarım saat doğal olarak Arsenal'in gol kovalaması ve Manu'nun kontraları ile geçti. Ancak yüksek tempoda oynanan ve çok keyifli bir maçtı. Gözüme çarpan en önemli şey ise hakemin mükemmel yönetimiydi. Bence penaltı değildi ama hakemler bu pozisyonların %90'ını çalıyor, hakemi bu konuda eleştiremeyiz. İkili mücadeleleri çok iyi yönetti, oyuncular sürekli ayakta kalmak için çabaladılar. Arsenal inanılmaz mücadele etti ve 15 kişi ile oynadı gibi geldi bana. Song-Diaby ve Eboue üçlüsü yine harika işler yaptılar ama çok da gol kaçırdılar. İki takımın neden sürekli Avrupa'nın tepelerinde gezdiğini anlamak zor olmasa gerek. Türkiye'de bu tempoyu yapacak takım yok henüz. Bu sebeple bu iki takımın önünde saygıyla eğilmek lazım.
Bu arada Tottenham yine kazandı ve 4'de 4 yaptı hızla devam ediyor. Bu sezon Premiere League izlenmeye değer. Kaçırmayın.

BEŞİ BİR YERDE




Üst üste alınan 5 kupa. La Liga, İspanya Kupası, İspanya Süper Kupası, Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Süper Kupası. Başka alınacak hazırda bir kupa kalmadı. Bu hafta başlayacak olan La Liga'ya daha iyi bir giriş olamazdı sanırım.
İlk kez golsüz biten bir süper kupa maçı. Uzatmada Messi'nin golü ve gelen bir kupa daha. Çok kaliteli bir maç olmadı. Shaktar maç boyunca Barcelona'ya top yapacak alan bırakmamaya özen gösterdi. Çoğunlukla bunu başardı. Özellikle Henry ve İbrahimoviç'e top indirmekte zorlandılar. Alan savunmasını mükemmele yakın yaptı Shaktar. Ancak denegedeymiş gibi görünen oyunda Messi faktörü vardı. Barcelona bildiğimiz pas trafiğini yapamadı. Ancak yine de bir Barça ağırlığı netti. Oyun Shaktar sahasında geçti ama forvete bağlantı kopunca çok pozisyona giremediler. Ama Barça olmak da bu olsa gerek. Keyifli bir La Liga olacak. Bu cumartesi 21:00 NTV'de Real Madird-Deportivo, Pazartesi 23:00'de de Barcelona S.Gijon maçalarına bekleriz efendim.

LİG ARASI AVRUPA

Gruplar ve fikstürler belli oldu. Grupların güçleri, takımların formları kadar genel fikstür durumları da önem kazanıyor Lig ve Avrupa kaderleri için. 3 takım içinde grubu en zor olan dışında genel fikstürü de en ağır olan takım Beşiktaş. Gerçekten Beşiktaş'ı çok zorlu bir 3.5 ay bekliyor.


Manu maçları öncesi derbilerin denk gelmesi şanssızlık olsa da Manu BJK'nin rakibi olmadığı için şans olarak da değerlendirilebilir. Yani bir Wofsburg ya da CSKA maçları öncesi böyle bir fikstür olmasını tercih etmezdim kendi adıma. Kötünü iyisi. Ancak bu 2 Manu öncesi ve sonrası maçları Beşiktaş'ı oldukça hırpalayacağa benziyor. Hele bir de lige yapılan kötü başlangıç sonrası verilen ara ve G.Saray maçı ile Ali Sami Yen'de maratonun başlaması yine bir dezavantaj kanımca. Beşiktaş'ın işi gerçekten çok ama çok zor. 3.5 ay sonrası Beşiktaş'ta bir deprem olabilir.

G.Saray'ın da Beşiktaş'a yakın zorlukta bir takvimi var. Ama grubun takımlarının ağır olmayışı G.Saray'ın işini hafifletiyor. Özellikle grup için kritik Pana maçı öncesi Beşiktaş maçı önemli. Kendi sahasında formda oluşu ve BJK'nin durumu G.Saray'a maçı yaklaştırıyor. Atina'ya moralli gitmesine sebep olabilir. 3. hafta maçı öncesi ve sonrası da zor bir fikstür G.Saray için. F.Bahçe'nin Bükreş'ten gelip bu maça çıkması her açıdan tehlikeli G.Saray için.

F.Bahçe'nin fikstürü ise bariz bir şekilde daha kolay. Avrupa'da alacağı 2 galibiyet Bükreş'e kontrollü maça götürebilir F.Bahçe'yi ve G.Saray maçına daha dinamik çıkabilir. Çünkü İstanbul'da rövanş şansı var. Son Sheriff maçı sonrası son lig maçı olan Trabzon'a gidiyor. Sheriff maçı sonrası gruptaki durumuna göre Trabzon maçı şekillenir. Ama Fenerbahçe'nin bu grubu ve fikstür avantajını kullanması lazım.

28 Ağustos 2009 Cuma

AVRUPA LİGİ GRUPLARI

Herkes yazdı ben yazmasam olmaz şimdi.
İki takımda iyi kuralar çekip güzel gruplara düştüler. B Grubuna da Lille'in yerinde olmak da vardı. Kiminki zor kiminki kolay sorusuna cevap pek yok.
F.Bahçe'nin grubunda Twente sürpriz yapabilir zira Feyenoord ile 10 puanla lider. Hollanda ekolu ne de olsa. F.Bahçe'nin tüm maçları aynı ciddiyetle oynaması lazım. Sheriff maçlarındaki potansiyel 6 puan önemli. Sonrası Saraçoğlu'na kalıyor. Steaua ise 7 puanla 7. ama liderle arası 1 puan. Tabi henüz erken diğerleri için yorum yapmaya ama F.Bahçe'nin çıkması gereken bir grup. İlk maçın Twente ile içeride oluşu avantaj. Galibiyet Twente'yi devre dışı çıkarabilir. Ardından Sheriff deplasmanı F.Bahçe'yi 2 maçta rahatlabilir. Son maç da içeride Sheriff ile. Bence güzel de bir fikstür var. İklim olarak da Moldovya'ya ve Romanya'ya Ekim'de gidiyor. Grupta kağıt üzerinde avantaj Fenerbahçe'de ama reelde ne olacak göreceğiz.
G.Saray'ın grubunda sürpriz olmaz sanırım. Yunan ligi yeni başladı Pana 3 puanla başladı deplasmanda. D.Bükreş'in de 7 puanı var ligde. Sturm lige iyi girdi ama G.Saray'ın dengi değil yine de. G.Saray'ın ilk maçta Pana deplasmanında alacağı sonuç 1. yada 2. çıkmasında etkili olacak. Zor deplasman. G.Saray'ın bu grupta zorlanacağını tahmin etmiyorum.
Gelelim Beşiktaş'ın grubuna. Manu grupta kesin favori. İlk maçı Manu ile içeride oynamak şu form durumuyla BJK için talihsizlik. Ama alınacak 1 puan bile ardışık 2 deplasman maçına avantaj taşıyabilir. Ancak eldeki kadro, uyum ve form durumu göz önüne alınırsa Beşikta'ın bu gruptan çıkmasını sürpriz sayıyorum. CSKA Beşiktaş'ın esas rakibi olacaktır. Tabi bir de Türkiye Ligi ile CL maçları arasında ciddi bir sıkışıklığı ve dezavantajı olacak BJK'nin. Bunu da bir sonraki yazıda ineceleyeceğiz.
Hepsine bol şans

TUNCAY NEREYE KOŞUYOR


Ve nihayet Tuncay transfer oldu. Gittiği yer ise Stoke City. Premiere Lig'in Notts County'den sonraki en eski takımı. 2008 yılında Premiere Lig'e çıktı, geçtiğimiz sezonu 45 puanla 12. bitirdiler. Takımda isimli ve kariyerli oyuncu yok gibi bir şey.

Tuncay Avrupa'ya gitmeyi Sakarya'dan Fenerbahçe'ye geldiğinde kafasına koymuştu. Evet Tuncay yetenekleri gereğince Real'de Bayern'de oynayamaz belki ama bu şekilde kendisine ve Türk futboluna ihanet ediyor. Premiere Lig'de kalmak istemesi kendince mantıklı bence değil. Oynayabileceği bir takıma gitmek istiyor. Chelsea'ye ya da Tottenham'a gitse muhtemelen yedek kalır. Ancak Stoke City mi olmalıydı gideceği yer. Her maç 11 oynayacaktır Tuncay orada aksilik olmazsa. Sırf İngiltere'de kalmak adına bunu yapmamalıydı. Takıma girme mücadelesi yapmaktan mı çekiniyor? Yoksa gerçekten yeteneklerinin fazlasıyla farkında mı? Zorlama olmazsa Tuncay nasıl gelişecek? Para derdi de yok anlaşılan. 27 yaşını bitirmek üzere Tuncay. Artık büyük transfer yapması olanak dışı. Yoksa Tuncay Türkiye'ye dönmekten mi çekiniyor. Yoksa fakir semtin zengin çocuğu mu olmak istiyor. Umarım 3 yıllık anlaşmanın sonunu görmez Stoke City'de.


27 Ağustos 2009 Perşembe

FENERBAHÇE:2 SION:2



Futbol emek, çalışmak ve ciddiyet ister. Maçın, pozisyonunun ve rakibin durumu bu sıfatları haketmek için hiçbir önemi yoktur. Hazırlık maçı bile yapıyorsan ciddi olmalısın. Bu kendine, seyirciye ve rakibine saygıdandır öncelikle. Rakibin mücadelesinden bir fazla mücadele etmen gerekli ki galibiyet için ilk ön şartı oluşturasın. Sahadaki oyuncularda et-kemik, mevcut durumlardan etkilenip her maça aynı konsantrasyonu gösteremeyebilir diye düşünebiliriz ama adları üstünde 'profesyonel' değil mi bunlar. Bu iş için milyon dolarlar almıyorlar mı? Seyirci ne için tribünde peki, bu profesyonelliği izlemek için. Onun için milyonları veriyorlar, kombine alıyorlar, uzun yollar tepiyorlar, kuyrukta bekliyorlar. Şartlar oluşmadığı için maçı stadyumdan izleyemedm ve dua ettim iyi ki saatlerce yol tepip Bursa'dan gitmemişim diye. Ancak akşam sahada izlenenlere yukarıda yazdıklarımızın hiçbirini söylemek mümkün değil ne yazık ki. Takım sahada 3-4 as oyuncusundan yoksun olabilir ama kadro derinliği ve yerine oynayanların güven kazanması için daha uygun bir fırsat olamaz. İşte ciddiyet burada gerekli zaten. Kötü pas atabilirsin, penaltı kaçırabilirsin, çizgiden golü atamazsın, topa vuramaz düşersin. Ama bugün kötü koştum, kötü çabaladım diyemezsin. Akşamki oyun böyle bir şeydi. Kötü mücadele ettiler. Ciddiyetsizdiler, önemsemediler. Dolayısı ile teknik analize gerek yok aslında. Önder, Cristian ve Gökhan bu maçta profesyoneldiler, maçı önemsediler. Diğerleri özellikle Kazım için angarya bir maçtı. Maç 2-1 olmuş, kazara bir gol yesen elenmekle karşı karşıyasın ama umursayan yok. Bence penaltıyla pek alakası olmayan bir pozisyonda hakem Kazım lehine penaltı vermiş, muhtemelen maç öncesi Santos penaltıcı olarak seçilmiş ama Kazım çocuk gibi Santos'un elinden topu 'çalmaya' çalışıyor. Semih araya giriyor da Santos'a veriyor topu. Yani ne söylenebilir laf bitiyor. Özer hazır değil, Deivid, M.Topuz sakat diye mi yapıyor bunları bilemiyorum ama Kazım süt doldurduğu kovayı bir tekme ile deviren ineklere benziyor bazen. Çok iyi oynuyor denebilir ama maç içinde yaptığı hareketler tüm takımın dengesini bozuyor, takım arkadaşlarının sinirlerini geriyor çünkü ben maçı izlerken geriliyorum. Biraz ciddiyet Kazım efendi! Biraz ciddiyet ve seyirciye saygı sevgili Fenerbahçe'li futbolcular. Sezon başı herşey güzel başladı ama bu ciddiyetsizlik bir gün çorap örer başınıza. Daum'un bu hafta bu konuyu işleyeceğini düşünüyorum.


Bu hafta sonu Manisa maçı sonrasında lige Milli maç arası verilecek. Bu ara hem sakatların düzelmesi hem de Daum'un düşüncelerini yerleştirmesi için iyi olacaktır umarım.

DAUM ve AVRUPA


Daum’un topladığı kupalarla “Kocaman” bir antrenör yada hayatındaki bazı negatif kesitleri yüzünden bir “Aziz” olduğunu iddia edemeyiz ama antrenörlük yaşantısı ağırlıklı yerel başarılarla dolu, çalıştırdığı takımın hedeflerini ve bulunduğu ülkenin gereklerini yerine getirebilen başarılı bir teknik adam olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Daum için yapılan en önemli eleştiri ise çalıştırdığı takımların Avrupa’da ciddi bir başarı yakalayamamış olması. Acaba gerçekten öyle mi
* Bundesliga’da Sttutgart’a tarihinin 2. şampiyonluğunu kazandırdığının ardından Şampiyonlar Ligi’nde (CL) bir çeyrek final başarısı elde etti.

* Beşiktaş’ta ise Avrupa’da pek görünmedi.

* 43 yaşında başına geçtiği Bayer Leverkusen’i 2. ligden geldiğinin ilk yılı Bundesliga’da 2. yaptı. Sonraki 3 yılda ise ilk 3’den indirmedi ve bu dönemde CL’de bir çeyrek final gördü bir kez de gruplarda elendi.

* Austria Wien’le ise CL’ye ön elemede veda etti.

* Fenerbahçe serüveninde ise 2. yılında CL’de gruplarda ManU’nun 2 puan ardında 3. olup UEFA’da Zaragoza’ya elendi. Bir sonraki yıl ise CL’de grubunda sonuncu oldu.

Bunda ne mi var bir de buna bakın o zaman

* Leverkusen’i tarihinde görmediği başarıları yaşatıp bıraktıktan sonraki sezon 2001-2002 yılında Leverkusen Klaus Topmoller yönetiminde CL Finali’nde Real’in Real olduğu dönemde Madrid ekibine 2-1 ile kaybetti kupayı.

* 2002’de bıraktığı BJK ise 2003 yılında Lucescu ile UEFA’da çeyrek final görüyordu.

* Denizli faciasıyla biten Fenerbahçe macerasının bir sezon ardından Zico ile 2007-2008’de yarı finalin eşiğinden dönüyordu sarı-lacivertli ekip.

Evet kupa yok belki içlerinde. Ama çalıştırdığı takımların Real, Barca, Manu, Juve olmadığını göz ardı etmeyelim. Ve bu takımların tarihlerindeki başarıları ya Daum’la yada hemen ardındaki yıllarda Daum etkisiyle yaşadıklarını unutmayalım.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

ANILARA YOLCULUK - SWOS


Bilgisayarla tanıştığım ilk yıl sanırım 1989 yada 1990'dı. Commodore64'ün bir üstü olarak çıkan AMIGA'ydı eve ilk giren. Yaz tatilimin en büyük hediyesiydi. Futbol sevdalısı olarak ilk oynadığım da Sensible Soccer'dı. Kick-Off'un bir benzeri ama daha heyecanlısıydı. Kuşbakışı görüntülü, ufacık adamların bıdır bıdır koşuşturduğu hem oyuncu hem teknik direktör olabildiğin FIFA'nın temellerini atan bir oyundu. Oyuncuların yanlarında özelliklerini anlatan PSV, HSV, CSH sanırım oynayanların hafızalarındadır. Her taraftar gibi bende Fenerbahçe ile başlar yıllar içinde puanları ve paraları toplar Fenerbahçe'ye tüm kupaları aldırırdım. Sonraki en büyük eğlencem Wigan Atletic'i İngiltere 3. Liginden alıp CL Şampiyonu yapmaktı. Oyunu 'save' etmek için 1.44'lük disketler alır biriktirir dakikalarca kayıt olmasını beklerdim. Hatta garanti olsun diye 2 diskete çekerdim çünkü disketlerin (özellikle noname) beni yarıda bıraktığı çok olmuştu.


Zamanla profesyonelleşince Brezilya olup 10dklık maçı seçip San Marino'ya ne kadar gol atabileceğimi sınardım. Rekorum 61-0'dı. Yanıma yaklaşan olmamıştı bu konuda.

Kavisli ortalara arka direkte kayarak gol atmak, kayarak rakibe girdiğinde acaba kırmızı çıkar mı heyecanını yaşamak, kornerlere ön direkte uçan kafa atmak, sert girilen oyuncunun sakatlanıp yavaşlaması ve üzerinde '+' işaretini görünce eyvah kimbilir kaç maç oynamayacak diye düşünmek ve hatta sezonu kapattı mı diye hayıflanmak, kontrolü iyi bir oyuncu ile hızlı joystick hareketleri ile kendi etrafında topla dönmek, bir sonraki maçı buzda mı yoksa yağmurda mı oynayacağını bilmemek, transfer teklifi yaptığın oyunculardan heyecanla cevap beklemek, şu anda ilk aklıma gelen ve beni keyifle gülümseten noktalar.




Bir de oyunun başında DIY Competition diye bir şey vardı. Çözmem epey zaman almıştı meğer Do It Yourself (kendin yap) anlamına geliyormuş.

Daha sonra öğrendim ki meğer bu oyunun hastaları çokmuş. Bir dolu fan sitesi, yamalar, Türkiye ekleri vs ne arasan varmış. Daha sonra PC'ye aktarıldı ama yıllar çinde FIFA Soccer'a yenik düştü. Bu oyun AMIGA'da ve Joystick ile güzeldi. Ne Joystickler kırdım hareket yapacağım diye. Python marka Joysticklerimi çok severdim kırılsa bile saklardım.


Anılarımda benim için her zaman özel bir yeri oldu Sensible Soccer'ın. Eminim oynayıp da okuyanlarda aynı şeyi hissetmiştir.
Ama şu bir gerçekti ki hiçbir futbol oyunu Sensible Soccer'ın popülaritesini yakalayamadı ve hiç bir oyun bu zevki yaşatmadı. Kendi çocuğumunda bu oyunu oynaması için elimden geleni yapacağım. Nesiller boyu yaşaması dileğiyle, çok yaşa SWOS

TANGO - SAMBA


2010 Güney Afrika Dünya Kupası'na katılmak için yarışan iki büyük takımın maçı 5 Eylül Cumartesi günü. Grupta ilk 4'e giren takımlar doğrudan kupaya gidiyor. 5. olan ise Kuzey Amerika ve Karaibler grubunun 4.'sü ile eleme maçı yapacak. Bu sebeple Arjantin açısından çok önemli bir maç. İlk maç 0-0 bitmişti. Bu maç Brezilya için bir garantileme maçı olabilir. Ama Arjantin play-off oynamamak için çıkacak bu maça. Ve bir galibiyet grupta herşeye takla attırabilir. Maçı hangi kanal verir bilmiyorum ancak yerel saatle 21:30 Türkiye saati ile 16:30'da. Randevularınızı gözden geçirin.

Bu büyük maçın kadroları bile belirlendi ve Türkiye'den tanıdık 2 oyuncu var Brezilya'da.

ARJANTİN

Kaleci: Juan Pablo Carrizo (Zaragoza), Mariano Andujar (Catania) Sergio Romero (AZ Alkmaar).

Defans: Nicolas Pareja (Espanyol), Javier Zanetti (Inter), Nicolas Burdisso (Inter), Fabricio Coloccini (Newcastle), Gabriel Heinze (Marsilya)

Orta Saha: Fernando Gago (Real Madrid), Maximiliano Rodr¡guez (Atletico Madrid), Jesus Datolo (Napoli), Javier Mascherano (Liverpool), Jonas Gutierrez (Newcastle)

Forvet: Lionel Messi (Barcelona), Ezequiel Lavezzi (Napoli), Carlos Tevez (Manchester City), Diego Milito (Inter) Sergio Aguero (Atletico Madrid) Lisandro Lopez (Lyon)

BREZİLYA
Kaleci: Julio Cesar (Inter) Victor (Gremio)

Defans: Maicon (Inter), Daniel Alves (Barcelona) Filipe (Dep. Coruna), Andrè Santos (Fenerbahce), Luisao (Benfica), Juan (Roma), Miranda (Sao Paulo), Lucio (Inter)

Orta Saha: Josuè (Wolfsburg), Gilberto Silva (Panathinaikos), Felipe Melo (Juventus), Lucas (Liverpool), Elano (Galatasaray), Ramires (Benfica), Julio Baptista (Roma), Kakà (Real Madrid).
Forvet: Robinho (Manchester City), Nilmar (Villarreal), Luis Fabiano (Sevilla), Adriano (Flamengo)

25 Ağustos 2009 Salı

2009'UN TRANSFER BOMBALARI


Kriz pek futbola uğramamış görünüyor. Özellikle Real Madrid bu sezon 250.000.000€'nun üzerinde bir transfer harcaması yaptı. Barcelona, İnter, Juventus, B.Münih onu izledi. Bu sezonki flaş transferlere bir göz atalım:


İsim Eski takım Yeni takım Bonservis

Cristiano Ronaldo Man.Utd-R.Madrid 94M€

Zlatan İbrahimoviç İnter-Barcelona 40M€ + Eto'o

Kaka Milan-R.Madrid 68M€

Karim Benzema Lyon-R.Madrid 35M€

Xabi Alonso Liverpool-R.Madrid 34M€

Carlos Tevez Man.Utd-Man City 30M€

Diego W.Bremen-Juventus 24.5M€

Alberto Aquillani Roma-Liverpool 23.5M€

Felipe Melo Fiorentina-Juventus 20.5M€

Zarate Al-Sadd-Lazio 20M€

Huntelaar R.Madrid-Milan 18.5M€

Albiol Valencia-R.Madrid 15M€



KOCAMAN BİR ADAM


Barış Tut’un 2003-2004 yıllarında Aykut Kocaman ile geçirdiği bir sezonun ardından yayınlamış olduğu kitabın ismi. Aykut Kocaman’ı tanımayanlar ya da tanıyıp da daha derinlerine inmek isteyenler için birebir. Aykut’un İstanbulspor’un başında geçirdiği yorucu, sıkıntılı ve hatta kimi zaman boğucu olan dönemde ayakta kalmak, kulübünü ve oyuncularını ayakta tutmak için harcadığı ve çizgisinden dışarı çıkmadığı insanüstü eforu ders niteliğinde anlatan bir kitap.
Bu kitapta bahsi geçen şeyler futbolu ve bir futbol adamını ifade etmiyor sadece. Bir kişisel gelişim kitabı başlı başına. Ve hatta piyasadaki pek çok kişisel gelişim kitabını cümlelerinin arasına bağlaç olarak sıkıştırabilecek kadar derin bir kitap. Lider nasıl olunur, ekip ruhu nasıl kazandırılır, motivasyon nedir, bağlılık yaratmanın yolları vs.
Futbolu, Fenerbahçe’yi sevmiyorsanız da okuyun. İster apartman yöneticisi, ister aile babası ister şirket CEO’su olun. Öğrenecek çok şeyiniz olacak. Çünkü kitabın son sayfasını çevirdikten sonra aklınızda kalanların futbol olmayacağına garanti verebilirim.
‘Rakibimizi elle atılan bir golle yenmek istemezdik. Üzgünüm’ Aykut Kocaman 2004 bir Elazığpor maçı sonrası.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

DİYARBAKIRSPOR:1 FENERBAHÇE:3




Diyarbakırspor'un maça çok çalıştığı, hazırlandığı ve motive olduğu her halinden belliydi. Hızlı top yapıp pres yapan F.Bahçe orta sahasını çabuk geçmek, Tazemete ve Mendoza'nın süratinden faydalanıp henüz hazır olmayan Lugano ve Bilica'nın arasına ve arkasına top atmaya çalıştılar. Genelde ofsaytlara takıldılar ve gol haricinde sadece bir kez bunu başardılar. Bir de Mendoza'nın direkten dönen topu takip eden 2 şutları daha vardı. 2-0 olabilirdi rahatlıkla. Biraz da fazla sertliğe başvurdular (27-14 faul) ve sinirli oldukları her hallerinden belliydi. Ancak 2-0 olamayan maçta yavaş yavaş Diyarbakırspor'un oyundan ve güçten düşüşünü izledik. Gökhan'ın golü hem atılış hem de yapılış olarak mükemmel bir gol oldu. 1-1 olmasına rağmen bu gol Diyarbakır'ın bitiren gol oldu. Diyarbakırspor bu golle 1 hafta çalıştığı her şeyi 36. dakikada bıraktı. Ancak görüntü olarak dakikalar ilerledikçe zaten fizik olarak Fenerbahçe'nin altına girecekleri aşikardı. İkinci yarıda ise maç Fenerbahçe'nin fizik kondüsyonü ile kazanıldı adeta. Orta saha hakimiyeti tamamen F.Bahçe'nin eline geçti. İlk yarıda gol hariç F.Bahçe'nin pozisyonu yoktu. Guiza ve Semih ilerde top alamadılar. Bu maçta göze batan noktalar:



1- Semih'in Alex'in yerinde oynaması o etkiyi yapmadığı için Guiza'nın bağlantısı koptu. Onlara top atacak tek kişi ise geride kalmıştı. Özellikle 2. yarıda her anlamda bitmiş Diyarbakır'a karşı Emre'nin bu alana sürülmemesi (Guiza-Selçuk, Semih-Selçuk değişikliği ile bu sağlanabilirdi) bir hataydı. Her şeye rağmen ilk iki golde Emre'nin asistleri yapması bu anlamda manidardı.

2- Kazım'ın kanattaki başarısı ve özellikle Santos ile birlikte içeri katetmeleri hücum gücünün nasıl katlanacağını tekrar gösterdi. Ancak bu alanda Alex yada Emre'nin olması bir duvar yaratamak için şart.

3- Daum'un son maçlarda alışkanlık haline getirdiği geç oyuncu değişikliği bu maçta da devam etti. 3-1 olduktan 5 dk sonra ilk değişiklik geldi. Bu kulübenin hazırlığı ve moral motivasyonu için dezavantaj yaratır.

4- Hızlı top dolaştıran takımlara karşı Cristian'ın mutlaka Bilica ve Lugano göbeğine yakın oynaması şart. Yoksa daha ağır maçlarda bu ikili sorun yaratabilir çünkü ikisi de hızlı geri dönüşü olan değil iyi pozisyon alan oyuncular. Pozisyonu kaybettiklerinde serseri mayına dönüşebiliyorlar.

5- Geçtiğimiz sezonlara oranla Fenerbahçe derelerde boğulmamayı öğrenmiş. Zor maçlar olacaktır elbet ama bunların altından kalkmakta bir başarıdır. Her maç üst düzey performans göstermeyi bekleyemezsiniz ama bunların altından bu şekilde kalkabiliyor olmak başarı. Bu şekilde hakem, deplasman, seyirci faktörlerinide ortadan kaldırmış oluyorsunuz.

6- Gökhan'a ayrı bir madde açmak gerekli. Bu maçta gol atmak en çok yakışırdı. Gol onun pası ile başladı ve bitti. Fizik olarak güçlü olması Kazım'ın içeri katlarını kolaylaştırdı. Hızlı geri dönüşleri, oyunu iyi okuması ve doğru pozisyon alması geriden oyun kurulmasını sağladı ve çoğu zaman Lugano ve Bilica'nın kademelerine de girdi. Yani bir sağbekten fazlası oldu takım için. Gökhan'ın çok çalışması gereken nokta ise kanat bindirmelerindeki ortaları. Daha sert ve savunmanın kontrolsüz olan arkasına atmalı. Bu şekilde çok yumuşak ortalar kafayla gol atmaya dahi uygun değil.


Hakemi için denecek bir şey yok Erman Toroğlu'nun deyimi ile toz şeker gibi dağıldı. Çok uzatmaya değmez.

Diyarbakır tribünlerinde çıkan olaylar ise anlamsız. Takım 1-0 öndeyken yapılanlar neye ve kime hizmet etti bilinmez ama Diyarbakırspor'a hizmet etmediği kesin.

Özet, Fenerbahçe maçları orta sahasıyla kazanıp kaybetmeye, maça bu şekilde yön vermeye devam ediyor.

MAÇIN ADAMI: Gökhan Gönül

MAÇIN POZİSYONU: Gökhan Gönül'ün çizgiden çıkardığı top

MAÇIN HATASI: Fizik gücü düşen takımla F.Bahçe'ye hızlı top yapmaya çalışmak

MAÇIN ŞUTU: Kazım'ın direkten dönen topu

MAÇIN HAKEM HATASI: Eline vuran Emre'ye sarı kart çıkarmayışı

İLK FENERBAHÇE ANALİZİ


Fenerbahçe henüz Diyarbakırspor maçını oynamadı ama bu maç öncesi bir analiz yapmakta fayda var. Ligdeki ilk 2 maç, 3 UEFA maçı ve bir Süper Kupa maçı oynadılar. Şu ana kadara tabela başarısı mükemmel. Ama sahadaki oyun bunu doğruluyor mu? Öncelikle transferlerden başlayalım:
Daum ve Aykut'un takımın başına geçişi oldukça pozitif. Daum gittiği takımlarda ülke ve takım şartlarını asgari yerine getiren ve takım olmayı başaran bir teknik adam. Bu sebeple Fenerbahçe'nin ihtiyaçlarını, imkanlarını ve limitlerini biliyor olması avantaj. Meşhur Denizli maçına rağmen ayrılmaması gerekliydi. Takımı ilk eline aldığında orta saha sorununu teşhis etmiş olsa gerek yapılan takviyeler sürekli bu alana oldu. Bilica transferini de ben bu kapsamda düşünüyorum çünkü Edu dahil olmak üzere geriden top çıkartmakta zorlanan bir takım vardı geçen yıl. Bu da orta sahanın daha çok oyuna girmesini, sürekli geriden top almasını gerektiriyordu. Emre'nin formsuzluğu ve Alex'in bu göreve uygunsuzluğu Maldonado ve Josico’nun kapasitesi zliği geçen yılın özetiydi aslında. Bu sebeple Özer, M.Topuz, Dos Santos, Cristian transferleri, Selçuk ve Deniz bırakılmayışları anlamlı. Son transfer Lugano ise takımın mücadele gücünü artıracak, Bilica'nın çıkışlardaki açıklarını kapatacak özellikte. Şu anda net görünmesede takımda bir kadro derinliği ve 18'e girme yarışı var. Bu sebeplerle yapılan transferleri doğru buluyorum. Kazım, Alex, Dos Santos ileride tek forveti destekleyebilecek kapasiteler ancak Kazım bunu henüz tam ortaya koyamadı. Hala savrukluğunu atamadı ve son noktada tuhaf işler yapmaya devam ediyor. Şu anki sakatlıklar takımın bazı taşlarını yerinden oynatacak kadar önemli ancak Daum'un ana şablondan çıkacağını düşünmüyorum. Bunu diğer maçlarda ve hatta ketum oyuncu değişikliklerinde bile gösterdi. Umarım bu sıkılık diğer yedek oyuncuların ümitlerini kırmaz.
Daum'un oyun planı ağırlıklı orta saha ve kanat akınları üzerine kurulu. Özellikle takım savunması ve orta saha direncini önemsiyor. Emre'yi bu alanda kullanmasını buna bağlıyorum. Elindeki takımın her maç gol atacak kapasitede olması onun bu savını iyice güçlendiriyor. Zaten 6 maçta 2 gol yenmesi (2'side Honved'den ve tamamen rehavet sebepli) bunun bir diğer doğrulaması. Kaldı ki 5-1 sonrası Honved rövanşı hariç diğer 5 maçta 5 tane pozisyon vermediler rakibe. Sistemin işleyişini doğru bulmamla birlikte bazı arızalar da yok değil. En büyüğü takımın yavaşlığı. Elinde Gökhan, Emre, Alex, Dos Santos, Kazım, Deivid gibi hem topa hükmeden hemde süratli düşünüp oynayan oyuncular olmasına rağmen bu yavaşlığın bir sebebi olmalı. Onu da yine Daum'un garantili orta saha ve rakibe az pozisyon ve kontra vermek için nispeten garantili oyunu tercih etmesine bağlıyorum. Çünkü Daum'un felsefi 'Top hep bende kalsın'. Volkan'ı uzun topla oyun başlatmamasını için fırçalaması da bundan. Garanti olmadıkça topu verme! Bu da sürekli bir set oyununa itiyor Fenerbahçe'yi. O zamanda Alex, Dos Santos ve Deivid gibi adamların hünerli ayaklarına kalıyorsunuz. Boyutu büyük olmayan maçlar sorun yaratacağa benzemiyor ama büyük maçlardaki Daum'un oyun planı nasıl olacak bende merak ediyorum. Eğer çok iyi bir orta saha kurgusunu oturtursa ve maksimum pas yüzdesini yakalarlarsa bu maçlarda da sorun yaşamazlar çünkü tecrübe bu maçlarda Fenerbahçe’nin en büyük kozu olacak. Geçtiğimiz yılki yerde sürünen kadronun büyük maç başarısı bunu bize gösteriyor.
Bir diğer sorunda hücum hattı. Guiza'nın belirsiz performansı ibreyi zaman içinde Semih'e çevirecek. Bu durumda Semih'in duvar tipi hücum stilini mutlaka kanat oyuncuları ile beslemesi gerekecek Daum'un. Kazım, Deivid, Uğur, Dos Santos, M.Topuz, Özer açığa kapatabilecek oyuncular ama bu alanlarda henüz Gökhan ve Carlos’un önünü doldurabilmiş değiller. Bir çok yazarın Carlos eleştirisine katılmıyorum. Nerede duracğını bilen gücünü artık ekonomik kullanan bir oyuncu. Geçen yıla oranla yer kaybı sorunu yaşamadı şu ana kadar. Carlos bu takıma faydası dokunacak bir oyuncu.

Bakalım bu analizlerimiz zaman içinde bizi ne kadar doğrulatacak. Hep birlikte göreceğiz.

YÜKSEKTEN UÇANLAR VE KARGALAR


Sezon tam anlamıyla Fenerbahçe ve Galatasaray'ın fırtına girişi ile başladı. Bu yazıya kadar Galatasaray 8 resmi maçta 7 galibiyet 1 beraberlik aldı. 29 golüne karşılık 6 golü kalesinde gördü. Fenerbahçe ise 6 maçta 5 galibiyet 1 beraberlik aldı. 15 gol atıp 2 gol yedi. İstatistikler oldukça etkileyici. Medya da bu istatistik doğrultusunda büyüklerin yelkenlerini rüzgarla doldurmaya başladı bile. Ancak şunu gözden kaçırmamak lazım ki bu takımların oynadığı maçlar (Fenerbahçe'in Beşiktaş Süper Kupa finali hariç) kendilerine rakip dahi olamayacak, güçlerini tartamayacak maçlardı. Hazırlık maçlarında bile kadronuzu bu kadar deneyemezsiniz. Dolayısı ile pozitif şeyler düşünmek güzel ama hemen ateşlenmek doğru değil. Ama şunu görmek güzel iki takım da geçmiş yıllardan ders almışlar ve en küçük maçı bile final ciddiyetinde oynuyorlar. Oyun disiplininden kopmadan, yardımlaşarak ve 90 dakika aynı iştahla. Beşiktaş için ise aynı şeyleri söylemek mümkün değil. 4 resmi maçta tek galibiyet 2 beraberlik. Atılan 3 gole karşılık yenen 3 gol. Geçtiğimiz yıldan pek ders alınmamış. Zira İstanbul'un diğer iki büyüğünün olmayacak şekilde kötü durumundan faydalanıp elde edilen şampiyonluk transferde olsun takım dizilişinde olsun bir dolu hatayı da kupanın içinde doldurup 2009-2010'a taşımış. M.Denizli 'Kimse bana klavuzluk etmeye kalkmasın. Çünkü bu kargalar bana klavuzluk edemez' söylemi ile Fatih Terim'in 'Ben ders almam ders veririm' sözlerini hatırlattı ki bu hiç M.Denizli'nin tavrı değildir. Bu cümle bile Beşiktaş'ta birşeylerin iyi gitmediğini anlatmaya yetiyor. Sezon tabi ki uzun neler getireceği belli olmaz ancak camiaların gidişleri (takım demiyorum özellikle) Fenerbahçe-Galatasaray çekişmesini bize yaşatacak gibi duruyor. Ligin ilk yarısında bu ikim takım tepede yalnız kalırlarsa hiç şaşırmayacağım.

TRANSFERMARKT.CO.UK

Kim kimi aldı ne kadar ödedi. Liglerin son durumları, kadrolar, maçlar. Bu site futbola meraklı olanların oldukça ilgisini çekecek ve içinde kayıp olacaklar.

www.transfermarkt.co.uk

DÜNYA DERBİLERİ


Bu sezon yaşanacak süper mücadelelerin günlerini sizlerle paylaşıyorum. Not edilecek ve o gün misafir kabul edilmeyecek günler aşağıda. 25 Ekim ise festival günü olacak. 3 TV yan yana koyulmalı. Evde TV yoksa bile satınalmaya değecek bir gün.

29 Ağutos Man.Utd-Arsenal
30 Ağustos Milan-İnter
4 Ekim Chelsea-Liverpool
25 Ekim River Plate-Boca Juniors
25 Ekim Fenerbahçe-Galatasaray
25 Ekim Liverpool-Man.Utd
8 Kasım Chelsea-Man.Utd
29 Kasım Barcelona-Real Madrid
29 Kasım Arsenal-Chelsea
6 Aralık Juventus –İnter
12 Aralık Liverpool-Arsenal
10 Ocak Juventus-Milan

23 Ağustos 2009 Pazar

KİMSE ANLAMADI Kİ SEN ANLAYASIN


Eto'o yaptığı açıklamada Barcelona'dan neden ayrıldığını hala anlayamadığını ve ne yöneticilerin ne de Guardiola'nın kendisine bu konuda açıklama yapmadıklarını söyledi. Diğer oyuncular bende iyilerse eğer suskun kalacağım deyip işine döndü. Mallorca'dan 2004'de geldiğinde Barcelona'ya buradaki 4 yılında tüm resmi maçlar dahil 183 maçta 120 gol atmış, yani 1.5'dan fazla bir ortalama. Her golcünün yakalaması zor bir oran. Bunu yaparken yaşadığı ırkçı tezahüratlar ve her sezon sonu Barcelona kendisini gönderiyor dedikoduları hiç yalnız bırakmadı onu. Eto'o üstün yetenekleine rağmen Barcelona'da her zaman iyi bir takım oyuncusu oldu. Zlatan ise İnter'de iyi bir oyuncu ama çoğunlukla kendine oynayan bir oyuncu oldu. Bu transferden kazançlı çıkanın her açıdan İnter olduğunu düşünüyorum.

CUMARTESİ MAÇLARI VE DIABY


İşten güçten uzunca zamandır Cumartesi öğleden sonra maç seyretmemişim. Şimdi gündüz maçının ne kadar keyifli olduğunu bir kez daha hatırladım. Arsenal-Portsmouth maçını izledim Spormax’da. İlk yarım saati Arsenal’in 2-0 üstünlüğü ile geçti. Geçtiğimiz sezon Saraçoğlu’nda seyrettiğim 5-2’lik Arsenal maçı benim tüm futbola bakış açımı değiştirmişti. Bakıyorum üzerine koyarak ilerlemiş bu genç ekip. Adebayor’un ayrılması mutlaka ki kayıp ancak Diaby’nin yükselişi müthiş. Uzun boyu ve fiziğine oranla çok atletik ve süratli. Nereden nasıl çıktı topa nasıl vurdu anlayana kadar top kaleye girmiş oluyor. Tek transfer Ajax’ın kaptanı Belçikalı Vermaelen savunmanın toparlayıcısı olmuş. Geçtiğimiz yıllarda Cesc Fabregas ve Robin Van Persie dışında yaratıcı ayağı olmayan bu atletik takım Arshavin ilavesi ile rakip savunmaların başını döndüreceğe benziyor. Arsene Wenger öncelikle süratli futbolu oynatmayı seçiyor sürekli. Çünkü günümüz futbolunda hız her şey. Kontrolünü süratle birleştirdiğinde savunma veya hücumda rakibin sürekli bir adım önünde oluyorsun. Özellikle orta sahaların sürati maçın gidişin değiştiren bir etken. Maçın iki yönünü oynayabilen oyuncular ki bunlar Eboue, Denilson ve Diaby tüm maç boyunca kontrolün kaçmasına izin vermiyorlar. Maçın sonu 4-1’le bitti. Arsenal futbol dersi vermeye devam ediyor. Barcelona bir ekol yarattı ancak Arsenal farklı bir ekolle yaklaşıyor. 1-2 sezon sonra Arsenal’i hepbirlikte konuşuyor olacağız. Çünkü oynadıkları futbol cidden kimseye benzemiyor.

  © Blogger templates 'Neuronic' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP