25 Eylül 2009 Cuma

KALE DİREKLERİNE BETON


Dün gece İsveç Ligi'nde oynanan maçta IFK kalecisi Christensen aşağıdaki linkte izleyeceğiniz gibi kaşla göz arasında (tepesindeki kocaman uçan kamerayı da görmedi sanırım) kale direğini yerinden söküp 7.32'yi küçülttü. Ama maç başlamadan bunu farkeden hakem olayı düzeltti ve maç başladı ancak 0-0 bitti. Hakem o anda farketmeyebilirdi bu olayı. Ve sanırım yayın yönetmeni yada ekipten birisinin uyarısı ile olayın üzerine gitti. Sonuçta kontrolsüz adam sakatlamaktan yada kendini yere atıp penaltı almaktan daha ciddi bir durum. Düpedüz hilekarlık, şikeden de beter neredeyse. Rakip takımın emeklerini çalmakla eşdeğer.
Ama bu kalecideki cesareti de kutlamak lazım. Yani hafta sonu Katar Ligi'nde hakemin maçın ortasında çişini yapmasından sonraki ciddi bir cesaret gösterini. Kendisini tebrik etmek lazım.

Şimdi benim asıl merak ettiğim bu kalecinin ceza alıp almayacağı. Takipçisi olacağım bakalım neyle karşılaşacağız. Yoksa International Board kurallarına Kale direklerinin beton dökülü olması gerekliliği mi girecek bir de. Çünkü maçın her anında bu iş yapılabilir ve anlık bir gol güme gidebilir. Hakem teşhis etse de o gol geri gelmez. Seyreyleyin festivali sonrasında.


NOT: Görüntü Milliyet kaynaklıdır.

FENERBAHÇE'NİN GELECEĞİ


1998’den beri görevde olan Aziz Yıldırım’ın sportif icraatları gerçek anlamda 2003 yılında Daum’la başladı diyebiliriz. Zaten bunun adı da büyük yürüyüş konmadı mı. Ancak gelişen şartlar Daum’un ülke sınırları içinde durmasını mümkün kılmadı ve son gerçekleşti. “Son 16dk kabusu” bir devri kapattı ve bu yürüyüşe ara verildi. 2007’de Zico’nun yumuşak ellerinde bu büyük yürüyüş büyük emekleme ile yer değiştirmeye başlamıştı bile. Her ne kadar CL yarı finalinin kapısından dönmek marihuana etkisi yarattıysada camia üzerinde bu etkinin süresi yeni bir dozu almadağımız için yerini krize bıraktı. Ardından yapılan hatalı transferler ve Aragones’in altın vuruşuyla gözlerimizi acil servis koridorlarında açtık. Şimdi 3 yıl öncesİne tekrar geri dönüş yaşıyoruz. Yeni ekip Aykut Kocaman ve Christoph Daum eşliğinde hızlı bir rejenerasyona girdi. Yapılan transferler medyada kimi zaman sert eleştirilerin odağı oldu. Ülke toprakları eski coğrafya kitaplarındaki gibi kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olmaktan çıktığından beri bu genç nüfusu ve futbol sevdasını inkar edercesine futbolcu yetiştirmeyi de kesti. Bu şartlar altında transfer yapmak da ciddi maharet haline geldi. Kaldı ki Fenerbahçe pek de alt yapısı ile barışık bir tablo sergilemiyordu yıllar içinde. Bu durumda az miktarda hazır yetişmişleri toplamak tek çözüm kalıyordu. Bu çerçeve içinde yapılan doğru oluyordu haliyle. Evet bundan sonra rota ne olacak? Fenerbahçe yine gel-gitlerin takımı mı olacak yoksa 2006’daki yürüyüşe kaldığı yerden devam mı edecek? Büyük yürüyüş nasıl sonuçlanacak ve camiya ne getirecek? Taraftar nasıl bir noktaya gelindiğinde tatmin olacak?
Sonda söyleyeceğimizi başta söylerek başlayalım. Fenerbahçe’nin hedefi bir Barça bir Real, bir Manu olmamalı. Çünkü onların seviyesine gelmek şu anda hayal bile değil, olamayacak da zaten. Aziz Yıldırım’ın Galatasaray’ın UEFA Kupası sonrası ‘tesadüf’ dediği olay Fenerbahçe’nin CL’de çeyrek finali çıkması ile eşdeğer pozisyondadır şu anda. Fenerbahçe önce bu tesadüfü ortadan kaldıracak bir yapılanma içinde olmalı. Bu yüzden hedef sadece Lig Şampiyonulukları olamaz. Zaten Avrupa’nın ikinci planda olduğu söylemleri tamamen stratejik bir harekettir benim gözümde ve gerçekle ilişkisi yoktur. Fenerbahçe Lyon, PSV, Porto gibi CL’nin gediklisi olmalı öncelikle. Rakipleri çantada keklik görememeli. Belki 100 yıl bir Avrupa şampiyonluğu göremeyecek bu çerçevede ama bir daha tesadüf de yaşamayacak. Öyle ya koskoca Sir Ferguson bile 23 yılda 2 CL şampiyonluğu görmüş.
Kadro yapısını yıldız ıskartası yerine artık daha gerçekçi oyuncularla dolduracak. Bu oyuncular yeri gelecek Fenerbahçe’yi basamak olarak kullanacak yükselmek için ama kulübe her anlamda katkı yaparak yükselecekler. Bu sezonki gelişmeler bu anlamda bana umut veriyor. Ancak yine de yeni nesil futbol yapısına ulaşmaya daha 2-3 sezon olduğunu düşünüyorum. Mevcut gençlerden 1 yada 2 tanesi bu yapıya mutlak yedirilmeli.
Teknik kadro devamlılığı sağlanmalı. 2 yılda bir teknik ekip değiştirmenin kimseye birşey kazandırmadığına inanmak lazım öncelikle. Arsene Wenger’in 13 yıllık Arsenal kariyerinde 3 Lig şampiyonluğu, 3 FA Cup ve birer kez de UEFA ve CL finali var. Bu istatistik ile FB’nin başında kalması sanırım mümkün olmazdı. Sayısını şu anda bilemediğim teknik adamla aynı periyotta FB’nin 5 şampiyonluğu var zira.
Fenerbahçe şu anda bu koşulların tamamını sağlayacak temel yeterlilikleri oluşturmuştur. Bundan sonrası Aziz-Aykut-Daum üçgenine güvenmekten geçiyor. Bu yeterlilikler aynı zamanda sakın 3 sezon sonra Aykut’a bir devir teslim hazırlığı olmasın?

23 Eylül 2009 Çarşamba

LİG BİTTİ


Şimdi yeni bir fenomenimiz oldu. F.Bahçe ve G.Saray ligi bitirdi mi? Bahisler, anketler sayısız gidiyor. Evet 6 maçta 18 puan yapıp arkalarından gelen en ciddi şampiyonluk adayına 12 puan fark atmak azımsanacak bir olay değil. (Burada üzülerek Trabzon, Eskişehir ve Bursa'nın ligi devam ettirip pota içinde durabileceklerine güvenmiyorum).

Her yorumcu, her gazete bunların analizlerini yapıp sayfa sayfa yazılar yazıyor. Geçtiğimiz yıl BJK'nin şampiyonluğu nasıl bir durumsa bu yıl F.Bahçe ile G.Saray'ın durumlarını aynı görüyorum. Yani her ikisi de sanal. F.Bahçe'li taraftar ve yazar mutlu değil. G.Saray'lı yazarlar sürekli Rijkaard'a yol göstermekle ve testi kırılmadan tokat atmakla meşguller. Takımların eksik olduğu yönler yok değil tabi ki ama hiç kimse mevcut durumdan keyif almaya bakmıyor.

Ancak şu da göz ardı edilmemeli ki bu iki takımın kadrosu da diğerleri ile kıyaslanacak boyutta değiller. Evet bu kadar kolay kazanarak gitmemeliler. Birileri çekiştirmeli bu iki takımı. Hele F.Bahçe bu kadar kapasitesinin altında oynayarak kazanıyorsa ligde bir yerlerde ciddi sorun var demektir. Herkes takımlar biryerlerde şamar yesede günlerini görseler, bizde çıkıp bakın demişik ama dinleyen olmadı yazılarını yazmaya başlamışlardır bile.

Rijkaard ve Daum mevcut durumu analiz edecek, takımlarının eksiklerini görecek ve bunlara eğilebilecek yetenek, bilgi ve görgüde insanlar. Rijkaard neden görmüyor, Daum ne biçim konuşuyor gibi açıklamalar benim için komiklikten öte değiller.

Her ne kadar ellerindeki kadro ülke standartlarının çok üzerinde olsa da mevcut oyun yapılarını oluşturmak için hala yetersiz kadroları var. Rijkaard'ın Mehmet Topal ve Mustafa Sarp'ı bayılarak oynattığını yada Daum'un Carlos ile Guiza'yı bağımlılıktan dolayı oynattığını düşünmüyorum. Eldeki en yetenekli Türk oyuncular bu takımlarda, alınabilecek en iyi yabancılar da F.Bahçe ile G.Saray'da. Ancak bu kadrolar ne kadar dengeli, yabancılar ne verimde oynatılıyor. Kontejan sorununa bulaşmayan Türkler nasıl performans gösteriyor? Bunlar öncelikle yönetimlerin sonrasında Federasyonun sorunu.

Bu takımlar ligde elbet puan kaybedecekler ve yenilecekler. Ama önemli olan %100 performans göstermezken de galip gelebilmek. Büyük takım olmak da böyle bir şey sonuçta. Yönetim ve teknik direktörlerin eksikleri kapamak için gece gündüz kafa patlattıklarına eminim. Ama bazı şeyleri aşmak hemen olmuyor ne yazık ki. Geçen yılki enkazların üzerine 4-5 oyuncu takviyesi ile takımlar bu hale geldiyse öncelikle bu iki hocaya teşekkür etmek lazım ve zaman tanımak gerekli. Bu Fener'den bir şey olmaz, G.Saray'ın takılması yakındır gibi Nostradamusluk yapmaya gerek yok.

Lig bitmiş değil, daha çok sular akar köprünün altından ancak bu iki takım ligi sürükler. Ancak biraz da güzellikleri görmeye çalışalım. Özellikle taraftarlar olarak. Mesajı doğru iletmek lazım, aşırısıyla değil.

20 Eylül 2009 Pazar

FENERBAHÇE:1 İSTANBUL BB:0

Bayramda izin sebebiyle bir süre yazılara ara vermek durumunda kaldım ancak yine de kaldığım yerde maçı izledim ve yorum yazmak için bilgisayarın başına geçtim. Yazıyı yazarkende Erman Toroğlu'nun Bodrum'dan yazdığı yazılar aklıma geldi. Bayramdan sonra yazıların eski yoğunluğuna kaldığım yerden devam edeceğim.

Twente maçı takımda ağır hasar bırakmış bu gayet belli. Olabilecek kötü bir sonuç takımın güven kaybına sebebiyet vereceği için olması gerekeninde üzerinde temkinli bir oyun oldu. Hatta o kadar temkinliydiler ki neredeyse gol pozisyonuna bile kaçırırsam diye girmediler!

Takımın ilk onbirini mantıklı buldum. Çünkü yapılacak değişiklikler Twente maçında kötü performans gösterenleri üzerine çizgi çekilmiş psikozuna sokabilirdi. Daum onlara bir şans daha verdi. Ama biraz Kazım hariç Guiza bunu pek kullanamadı yine ama geçerli sebepleri vardı Guiza'nın bence. Ve sanırım seyirci ile karşı karşıya getirmemek için Guiza'yı oyundan almadı Daum.

Takım Twente maçını gözünün önünde sıcak tuttuğu için 1-0'dan sonra savunmayı sürekli 3'lü 4'lü tutarak kontra yemeden ve Belediye'ye boş alan bırakmadan oynadı. Özellikle Bilica'nın performansı başarılıydı (bu da çok normal çünkü geriye yaslanan bir takım savunmacısı olarak en iyi ortamdı Bilica için). Lugano'daki düşüş hızla devam ediyor. İnatla uzun toplarla oyuna girmeye çalışıyor ve eline yüzüne bulaştırıyor. Daum'un uyarması ve arkadaşlarının da yardımcı olması gerekli. Kazım ve Santos bu maçta yerlerine daha çok sadık kaldılar ve önceki maçlara göre çok daha az ortaya kat ettiler. Geçen maçla kıyaslarsak ciddiyet ve asabiyet sorunları çözülmüş gibi. Ancak şimdi de sezon başındaki hızlı ve etkli paslaşmaların yerinde yeller esiyor. Fenerbahçe oyun mantalitesi olarak fizik gücüne dayalı yada sürekli baskılı bir oyun oynamadığı için elindeki en büyük silahını toprağa gömmüş durumda. Bu şekilde takım verimli olmadığı için mecburen çok daha yüksek efora girmek durumunda kalıyor ve birden kısırlaşıyor. Son 3-4 maç bunu açık bir şekilde ortaya koymaya başladı ve bu hücum organizayonlarında görünen o ki Daum'un bir B Planı yok elinde. Çünkü sezon balındaki gibi kanatlar da etkin değil.

Alex markaja girince (Emre'de olmayınca) Guiza'da istediği topları alamadı ve geçen yılki gibi ıssız adam rolüne girdi.


Topuz henüz ürkekliğini atmış değil. Dolayısı ile takımı hücuma sürükleyecek fonsyonlarını açmış değil. Bu durumda Emre hızla aranmakta.

Oyunun genelinde aklı karışık bir takım izledik aslında. Tribünlerde tepkiye erken girdiler. Onlarında biraz daha temkinli olması lazım.

Takımın tüm bu sorunları aşabilecek oyuncu profili, yetenekleri ve bunu yapabilecek bir antrenörü var. Bunun geçici bir tıkanıklık olduğunu umut ediyorum.

MAÇIN ADAMI: Fabio Bilica

MAÇIN POZİSYONU: Guiza'nın üst üste kaçırdığı gol.

MAÇIN HATASI: Volkan'ın maçın başında elinden kaçırdığı top.

MAÇIN ŞUTU: Vederson'un serbest vuruşu.

MAÇIN HAKEM HATASI: Hüseyin Göçek mükemmel bir maç yönetti. Yardımcılar adları gibi yardımcı oldular maçın iyi gitmesi için. Tebrikler hakemlere.

  © Blogger templates 'Neuronic' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP